Can Yoldaşım,
Ondan
çok etkilendiğimi ölümüyle anladım. Aramızdaki yaş farkına karşın (o
yetmişlerin sonundaydı ben kırkların), pek çok şey üzerinden ilerleyen ve
hayata dair anlam aramanın izdüşümünde yıllar süren bir beraberliğimiz oldu. Defalarca
kavga edip küstükten sonra, ortak kaygılarımız, umutlarımız ve tutkularımız
bizi hep barıştırmayı bildi. Doğru düşündüğümü ve yaptığımı bilse de itiraz
eden, karşı koyan tavrından rahatsız oluyordum. O da benim inatçılığımdan rahatsızdı.
İkimiz de inandığı doğrulardan ayrılmayı düşünmeyen bir şımarıklığın sarıp
sarmaladığı seyyahlar gibi, zararına da olsa vazgeçmek bilmeyen ısrarcı
kişiliğimizle baskı kurmaya çalışıyorduk, başaramadığımızı anladığımızda da
oyunu yarım bırakıp kaçıyorduk. Yenilmekten değil; geriye bakmaktan, hatalarımızla
yüzleşmekten korkuyorduk. İçimiz acıya acıya kırıyorduk sevmek dediğimiz
duygunun ince dallarını, geçip giden günlerin heybesinde duran bir tortu gibi yüreğimizde
taşıyorduk hep gururumuzu. Sonra yalnızlığımızın farkına varıp yeni
heyecanların coşkusuyla unutuyorduk yakıp yıktığımız eskiden kalan umutları.
İnsanlığa
dair hiçbir inancı yok gibiydi ama herkesten daha doğaldı, çok güçlü
görünüyordu ama bir çocuk gibi korunmaya muhtaçtı; çok zekiydi, her sözün
doğruluğunu araştırmayacak kadar da saf. Yine bir küskünlüğümüz esnasında
rahatsızlandı, tıpkı sen gibi kendinden sonra kalacak olanları düşünerek
yıprattı ömrünün kalan günlerini. Son gelişinde yine birlikte dolaştık sevdiği
bütün yerleri, devam eden inşaatları, virane sokakları, doğduğu mahalleyi, tutkuyla
ve hayranlıkla bağlı olduğu taş duvarlı eski Soma evlerini. Sonra nedensizce teşekkür
etti. Beraber tükettiğimiz zamana dairdi bu teşekkür, yanan sigaraya takıldı
gözleri, “bırak şunu” demedi, gülümsedi sadece. Ölümünden on beş gün önce
telefondaki yorgun sesinden anladım onu artık hiç göremeyeceğimi.
Pazar
günü sabahın erken saatinde çok emek verdiği öğrenci yurdunun, elleriyle diktiği
ağaçların, özel bir sıvıyla temizletip vernikleterek hayat verdiği harman
tuğlalı evlerin önünden geçerken ölümüyle hepsinin renginin solduğunu, canlılığını
yitirdiğini düşündüm. İçimde bir sızı dolaştı, tepeden tırnağa her şeyin koyu
bir yalnızlık olduğunu duyumsadım.
Yokluğun
kadar acı, özlemin kadar sınırsız bir yalnızlık. İlkyaz sevinçlerini gönder
bana; sesim kısıldı, omuzlarım düştü, umutlarımı dirilt yeniden, ne olur
güçleneyim biraz.
Nicedir
gözlerimi kapayınca
gülümseyen bir dal görüyorum
kırgın ağaçlar
arasında
dipdiri bir
dal –
ilkyazdan
kopup gelmiş
soluk soluğa.
Kemal Özer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder