30 Nisan 2017 Pazar

138.Mektup



Can Yoldaşım,

Ondan çok etkilendiğimi ölümüyle anladım. Aramızdaki yaş farkına karşın (o yetmişlerin sonundaydı ben kırkların), pek çok şey üzerinden ilerleyen ve hayata dair anlam aramanın izdüşümünde yıllar süren bir beraberliğimiz oldu. Defalarca kavga edip küstükten sonra, ortak kaygılarımız, umutlarımız ve tutkularımız bizi hep barıştırmayı bildi. Doğru düşündüğümü ve yaptığımı bilse de itiraz eden, karşı koyan tavrından rahatsız oluyordum. O da benim inatçılığımdan rahatsızdı. İkimiz de inandığı doğrulardan ayrılmayı düşünmeyen bir şımarıklığın sarıp sarmaladığı seyyahlar gibi, zararına da olsa vazgeçmek bilmeyen ısrarcı kişiliğimizle baskı kurmaya çalışıyorduk, başaramadığımızı anladığımızda da oyunu yarım bırakıp kaçıyorduk. Yenilmekten değil; geriye bakmaktan, hatalarımızla yüzleşmekten korkuyorduk. İçimiz acıya acıya kırıyorduk sevmek dediğimiz duygunun ince dallarını, geçip giden günlerin heybesinde duran bir tortu gibi yüreğimizde taşıyorduk hep gururumuzu. Sonra yalnızlığımızın farkına varıp yeni heyecanların coşkusuyla unutuyorduk yakıp yıktığımız eskiden kalan umutları.

İnsanlığa dair hiçbir inancı yok gibiydi ama herkesten daha doğaldı, çok güçlü görünüyordu ama bir çocuk gibi korunmaya muhtaçtı; çok zekiydi, her sözün doğruluğunu araştırmayacak kadar da saf. Yine bir küskünlüğümüz esnasında rahatsızlandı, tıpkı sen gibi kendinden sonra kalacak olanları düşünerek yıprattı ömrünün kalan günlerini. Son gelişinde yine birlikte dolaştık sevdiği bütün yerleri, devam eden inşaatları, virane sokakları, doğduğu mahalleyi, tutkuyla ve hayranlıkla bağlı olduğu taş duvarlı eski Soma evlerini. Sonra nedensizce teşekkür etti. Beraber tükettiğimiz zamana dairdi bu teşekkür, yanan sigaraya takıldı gözleri, “bırak şunu” demedi, gülümsedi sadece. Ölümünden on beş gün önce telefondaki yorgun sesinden anladım onu artık hiç göremeyeceğimi.

Pazar günü sabahın erken saatinde çok emek verdiği öğrenci yurdunun, elleriyle diktiği ağaçların, özel bir sıvıyla temizletip vernikleterek hayat verdiği harman tuğlalı evlerin önünden geçerken ölümüyle hepsinin renginin solduğunu, canlılığını yitirdiğini düşündüm. İçimde bir sızı dolaştı, tepeden tırnağa her şeyin koyu bir yalnızlık olduğunu duyumsadım.

Yokluğun kadar acı, özlemin kadar sınırsız bir yalnızlık. İlkyaz sevinçlerini gönder bana; sesim kısıldı, omuzlarım düştü, umutlarımı dirilt yeniden, ne olur güçleneyim biraz.


Nicedir gözlerimi kapayınca

gülümseyen bir dal görüyorum

kırgın ağaçlar arasında

dipdiri bir dal –

ilkyazdan kopup gelmiş

soluk soluğa.



Kemal Özer

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi