19 Mayıs 2019 Pazar

152.Mektup





Şimdi sen öldün ya
Yumuşak bir çizgi

Ediniyor avuçlarına
Yeni doğan çocuklar
Artık sevda yazılarını
O çizgiden okuyacaklar

(Metin Altıok)


Can Yoldaşım,

7 Eylül 2007 de 1. Mektupla başlamış bu iç döküşlerim. Dile kolay tam 12 yıl sürmüş. 151. Mektuba değin gelmişim. Baştan sona yazdığım satırlarda dolaştım, resimlere baktım, dizeleri tekrarladım içimden. Boğazımda düğümlenen bir acı vardı zaten hep, gözlerim yanmaya başladı, ağlamanın ama bağıra bağıra ağlamanın, çığlık çığlığa haykırmanın kapı eşiğinde o geçen 12 yılı yeniden yaşıyordum. Defalarca okunan bir kitaba yeniden başlamaktı yaptığım. Her bir mektubun anısı vardı belleğimde.

Seni ağustosta kaybetmiştik. Büroya kapanıp ağlıyordum, yastığını kokluyor, dokunduğun herşeye ellerimi sürüyor, çiçeklerinle konuşuyordum. Annem sabah erkenden balkondaki sandalyeye oturup akşam karanlığına değin yolunu gözlüyordu. Karşıdaki zeytin ağaçlarının arasındaki yoldan ikimizin gelişini bekliyordu. Bütün benliğiyle kendini buna inandırmıştı, o yoldan bir akşamüstü seninle gülüşerek gelecektik. “Ah Mustafam, güzel oğlum, kara oğlum” diye haykırarak sabahları zor yapıyordu. Benim için “onu yalnız bırakmayın, hasta olacak” diyorlardı. İnadına yalnızdım, inadına seni yaşıyordum. Akşam karanlığında dönüyordum, annem yalvarıyordu “oğlum bu kadar geç kalma, senin kaygından öleceğim” diye. Zaman geçtikçe yokluğuna hiç alışamadık, hiç yatışmadı yüreğimizdeki o yangın, o iç çarpıntısı. O mektuplarda acımı, özlemimi kazımışım satırlara, sana sözler vermişim bıraktığın her şeye sahip çıkmak adına. Oysa bugün bakıyorum da düşlerimiz hala yarım, umutlarımızın kolu kanadı kırık. Bizi ayakta tutan, yaşama bağlayan annemizin sevgisiymiş, duaları ve saflığıymış. Onu da senin yanına uğurladıktan sonra boşluğun ortasında yuvarlandığımızı iyice anladım. Annem senin en değerli emanetindi, onu da sana gönderdik, bilirim sen ona bizden daha çok sahip çıkacaksın, aranızdaki o benzersiz sevginin yerini tutmadı bizim ona verebildiklerimiz. Sana verdiği değerin, sevginin aynısını sundu bize, ama sen daima bir boynu bükük çiçektin onun yüreğinde, seni canlandırmaya çalıştı hep.

Her satırını insan kendi duygularıyla yoğurup biçimlendirse bile, öykülerin bir sonu var can yoldaşım. Acı, özlem, umut aynı şiddetiyle dursa bile yüreğinde, mektupların bir sonu var. Bir gün sana verdiğim sözler yerine gelir, düşler kaldığı yerden yeniden canlanır, belki sonsuz bir mutluluğun gül kokan satırlarıyla sana koşarım yine. Ana yüreği gibi boydan boya serilir belki altımıza, sırtüstü uzanıp göğün maviliklerine daldığımız toprak; mayıs güneşi içimizi ısıtır, uzaklardan sesini işitiriz akşam serinliğinin, oltasına omzuna alıp babam da gelir belki. Dere kıyısındaki söğütlere kadar kokusu yayılır belki yine, anamın fırından yeni çıkardığı ekmeğinin kokusu.

Size doyasıya sarılmanın özlemiyle yazıldı hep bu satırlar. Sizin sevginizle ayakta durduk, yaşama tutunduk, haksızlığa direndik, zor da olsa alınyazısına boyun eğdik. Belki bir gün umut dolu, sevgi ve mutluluk dolu sesler, sözler ve gülüşlerle harmanlanır sizden kalan anılar; satırlar yeniden filizlenir ulu bir ağaç olana değin.



Bütün iyi kitapların sonunda,
Bütün gündüzlerin
Bütün gecelerin sonunda,
Meltemi senden esen

Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır
(Edip Cansever)

23 Mart 2019 Cumartesi

151.Mektup






"Her şey dün gibi...."


Can Yoldaşım,

Yıllar değil, sanki yüzyıllar oldu senden kalan güzelliklere kavuşamayalı. Ölümün acı gerçeğiyle önce babam, sonra da senin ve annemin yokluğuyla yüzleşirken; ayrılıklarla da çocuklarımın, canlarımın özlemi birleşip tuzu biberi oldu her şeyin. Ben onlara çiçeklerden, kuşlardan, yemyeşil dallardan, masmavi gökyüzünden, sonsuz bir özgürlükten gelecek kurgularken birden hayal oldular. Yokluklar, çaresizlikler, belirsizlikler, düşler ve umutlar sarmalındaki yaşam bulmacası içinde canımdan çok sevdiklerimin yokluğuyla kolum kanadım kırıldı. Çok uzun süren bir karanlığın ortasındayım, nefesini özledim, umudunu, düşlerini hissetmek istiyorum yanımda. Bu iki yüzlü ilişkilerin, güç ve paraya ibadet eden anlayışın hüküm sürdüğü ıssızlıkta insanları ve hayatı önemsemdiğimiz o avare yıllara dönmek istiyorum.

Hangi mucize onarır kırılan kanatlarımı, ne zaman zincirlerimden kurtulur sana koşarım?Yanıtını sen biliyorsun sadece. Bu esirlikten nasıl kurtulurum, yolunu sen biliyorsun. Dallara su yürüdüğünde, kuşlar baharı müjdelerken mavi gökyüzünün altında yaprakları kımıldatan rüzgar kime sesleniyor sen bilirsin. Gözünden bile sakındığın kardeşin hangi yoklukların pençesinde, hangi zorlukların cenderesinde çok iyi tahmin edersin. Sana döküyorum yıllardır içimi, bu yüzden yitirmedim hiç sevgimi de, inancımı da. Bu yıl senden kalan anılar kimsesiz kalmayacak, hiç bir duygusal zorbalığa boyun eğmeyecek kardeşin, başka dünyaları, bilinmeyen güzellikleri çağrıştıran odun ateşinde kayanayacak su. Sana dair sessiz türküler söyleyecek yine çocuk yüreğim.

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır.
Aydınlık bir pencere
Hayal edilecek bir şey vardır
Yerine getirilecek istek
Doyurulacak açlık
Cömert bir yürek
Uzanmış açık bir el
Canlı canli bakan gözler vardır
Bir yaşam vardır yaşam
Bölüşülmeye hazır. 
 
Paul Eluard

2 Mart 2019 Cumartesi

150.Mektup




Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Herşey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

Turgut Uyar


Can Yoldaşım,

Bilinmezliklerle dolu zaman. Onun karanlık dehlizlerinde, labirente benzeyen ve tuzaklarla dolu, sırla örülmüş boşluğunda kayıp halde dolaşırken hayat bizi seyrediyor. Okul çıkışında parkın içinden geçerken, çam ağaçlarının altında yiyecek arayan kuşların resmini çekmek istiyorum. Anlık bir olay, tam kare içine alıp güzelliklerini kaydedecekken ürküp kaçıyorlar. Deniz: “Gene çekemedin baba.” diyor. “Niye hemen kaçıyorlar?..” Gülümsüyorum ve aslında söylemek istiyorum:

- Hayatın içinde biz de öyle değil miyiz? Kararsız ve ürkek. Hem cesur, hem korkak. Fırsatları bu nedenle yitiriyoruz, yıkımlara da bu nedenle doludizgin koşarak yaklaşıyor ve bir anda tam ortasına düşüyoruz.

Yaşamın insanı köklü değişimlere zorladığı anlar da bu yıkımlar galiba. Seni ve annemi görüyorum rüyalarımda, yüreğinizin derinlerinde duruyor sizi bana yaklaştıran zaman, sizi artık görünmez kılan hayat, yokluğunuzda tutunacak tek dal gibi duran anılar. Bir gülüş ansızın sizi çağrıyor, bir söz size dokunuyor ve rüzgar olup uçuşuşuyor gökyüzünde kuru yapraklar gibi. Baharın ayak seslerini duyuyoruz artık. İçimde hala bir şeyler kıpırdıyor; yarım kalan umutlara, henüz gerçekleşmemiş düşlere doğru. Ellerimden tutuyor güçlü bir duygu ve çekip alıyor beni kararsızlıklardan.

Herşeyin eskidiği, unutulmaya yüz tuttuğu bir yerde, sadece ikimizin bildiği sırılsıklam bir yalnızlık bu. Sadece ikimizin bildiği bir mutluluk, sadece ikimizin görebildiği bir umut bu. Hayatın yamalı bohçaya dönmüş zulasında ne varsa hepsinden vazgeçip kaçarcasına sığınmanın eşiğindeyim senden kalan ıssızlığa.


Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar

Can Yücel

31 Aralık 2018 Pazartesi

149.Mektup



sen dostumdun benim, gülünce güneşler açan
bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam
her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
unutma dostum sen, neredeysen orada ölmek isterim

Ahmet Telli

Can Yoldaşım,

Bir anda ayrımına vardım. Klavyede bazı harfler basmıyordu. Söküp taktım, temizledim, yazılımla ilgili sorun var mı diye kontrol ettim. Beş altı harf de olsa yazmamı engelliyordu, sanal klavyeyi kullanmak daha zordu. Hani klasik bir deyim vardır: “Sözün bittiği yer” diye.. Yazının tükendiği, içdöküşlerin, duygu fırtınasının dindiği bir boşluktaydım. Klavye yazmıyordu, kafamda düşünceleri toparlayamıyordum. Aylar sürdü bu kesinti. Karanlığın ortasında sessizce boğuşuyordum amansız bir yalnızlıkla.


Yılın son günü ve büroda tek başımayım şimdi. Babamın ayrıldığı gündeyim. Sonra senin ve annemin bizi bırakıp gittiği çaresizlikte. Tüm yaşadıklarım bir film gibi geçiyor gözümün önünden. Sizler birbirinize kavuştunuz. Annem sana, babam anneme, sen de onlara. Biz iki daralan yürek başbaşa kaldık ablamla. Hala annemi yitirişimizin inanmazlığıyla bakıyoruz çevremize şaşkın şaşkın. Keskin bir acıyla buruluyoruz, yaşama isteğimiz, umudumuz, direncimiz tükeniyor. Sonra toparlanıp çocuklara ve anılara sığınıyoruz, yaşamımızın kalan yılları için bir gaye ediniyoruz onların geleceğine odaklanarak.


İlk mektuptaki resim hep aklımın bir köşesinde: Senin boynu bükük duruşun, annemin yüzüne yansıyan başörtüsü açılmasın tedirginliği, ablamın belli belirsiz gülümseyişi..O ilk satırların ardından bile yıllar geçmiş, ama değişen bir şey yok; ne olurdu bizimle olsaydın dileği hep katlanarak bizi çemberine almış sürükleniyoruz. Hem babam, hem de senin için aynı şeyleri söylemişti annem:


-Onlar bizden uzaklaşmadı, biz onlara yaklaşıyoruz.


O en sonunda size ulaşmasına az kaldığının ipuçlarını bir gün bana vermişti. Yoğun bakımdayken ziyaretine gittiğimde gözleri ışıl ışıldı:


-Bugün ben kimi gördüm ?

-Kimi gördün anne?

-Koca oğlum, Mustafam geldi bugün.


Şaşırmış ve üzülmüştüm. Acaba beni abimle mi karıştırıyor, diye düşünmüştüm. Şimdi anlıyorum ki hissettiği bir şeyler vardı ve sana kavuşacak olmanın coşkusunu yaşıyordu. Kocaman sevgi bıraktınız ardınızda, hoş anılar, paha biçilmez fedakarlıklar, hiç unutulmayacak iyilikler... Annem, babam ve sen ömrümüzün diğer yarısında duruyorsunuz öylece. Gül kokulu özleminizle yanıp tutuşuyoruz biz.


Ve zaman bu özlemi, sevgiyi alevlendire alevlendire size yaklaştırıyor bizleri..




19 Ağustos 2018 Pazar

148. Mektup



Kimsesiz öksüz düzlük,
Ne bir ağaç ne bir dam,
Gen toprak taş kırıkları,
İnce bir keçi yolu uzayıp giden

Akdiken / Necati Cumalı

Can Yoldaşım,

Kulağı ağır işitse de, gözleri az görse de köşesinde sessiz sedasız yatan anam bizim sabır, metanet, direnç kaynağımızmış; varlığından güç aldığımız, geleceğe dair umutlarımızı hep taze tutmamızı sağlayan bir gün ışığıymış meğer. Sizden sonra bütün korunmasızlığımıza kol kanat geren, güven veren ulu bir ağaç gibi yüreğine yaslanmışız bunca zaman. Yokluğunda düştüğümüz boşluktan sonra anlıyoruz ki, onca yıl bizim için yaşamış, zamana meydan okumuş, ölüme ve acıya direnmiş. Sonunda senin yanına geldiği düşüncesi içimi rahatlatırken, iliklerimize değin işleyen yalnızlık bütün yaşama isteğimi alıp gidiyor benden. Anlamsız geliyor her şey; seninle düşünü kurduğumuz ve yarım kalan işlerimizi tamamlayıp ona gösteremeden bu dünyadan göçüp gitmesi suçluluk duygumu içimde dağlar gibi kabartıp sessiz haykırışlar halinde yankılanıyor günlerdir. Boğazımda düğümleniyor sonsuz bir acı, burnumun direği sızlıyor, gözlerim doluyor. Belli belirsiz bir hırıltı gibi düşüyor sözcükler ağzımdan “Ah anam!...” diye diye…

Bağ damının önündeki çardak boyunca uzanan ağaçların, tarlada rüzgarla kıpırdayan tütün yapraklarının karanlıkta salınan gölgeleri ve gecenin sessizliği adeta yırtarcasına yankılanan adını bile bilmediğim kuşların sesleri karşısında yatağımda büzülür, bir güvence arardım. Çardağın hemen önündeki divanda yatan babama takılırdı önce gözlerim. Sonra sana ve ablama. Annemse herkesin aksine uyumadan yatsı ezanının okunmasını beklerdi. Ne kadar yorgun olursa olsun üstüne kıvrıldığı seccadenin beyaz tüylü yumuşaklığına kıvrılır, dudaklarını belli belirsiz kıpırdatarak okuduğu duaların eşliğinde yaz sıcağında ölüp biten bedeninin bütün isyanına karşı koyardı. Korkumu unuturdum. O beyaz başörtüsünün altına saklanan yüzünün aydınlığına ve  gözlerinin ışıltısına baka baka uyuyakalırdım.

Ben hala o karanlıktan ve seslerden ürken çocuk yalnızlığında özlüyorum sizleri. Bu bayram elini öpecek kimsem yok. Ablamla garipsediğimiz bir kader ortaklığı içinde geçmişle yaşıyor gibiyiz. Hep aklımızda senin sözlerin:

-      "..Birlikte olduğumuz bu günlerin değerini bilin. İleride bu kadar kalabalık ve bir arada olduğumuz zamanları çok arayacağız."



21 Haziran 2018 Perşembe

147.Mektup



yıldızların pırıltılı ağırlığı altında

kerpiç duvarlar çatlarken

yalnız olmak

sensiz olmak



Attila İlhan

Can Yoldaşım,

Onun “kara oğluydun” sen, Koca Mustafa’sıydın. Yıllarca seni böyle çağırdı uzaklardan, adını sayıkladı, döke döke gözyaşlarını kuruttu. Sonra bizi bırakıp yanına vardı. Annem önce sana kavuştu, sonra bizi getirdi başucuna, onun özlemi bitti. Yüreğimizi dağlayan günlerden, gecelerden sonra kuş misali uçtu gitti bizden. O ulu ağaçların serinliğinde karşılaştınız en sonunda. Sarıldın mı ona, acıyla dolu geçen hastane günlerinin ardından, yüzünü güldürdün mü annemin? Seni görünce yitip gitti mi yorgun çizgileri yüzünün, gözlerinin yaşı dinip “oğlumm” diye kucakladı mı seni? Biz onu sonsuz acılardan kurtaramadık, ferah günlere kavuşturamadık; onca sıkıntının ardından sabrının, direncinin, özverisinin ödülünü aldı mı güzel annem?

Terden sırılsıklam oluyordu yastığım. Geceler boyu içinde dönüp durduğum yatak bir işkence hücresine dönüyordu bayram yaklaştıkça. İçimde hep o korku vardı, annem bizden ayrılıyor muydu, yoksa doktorun dediklerine inanmalı, ”yaşam fonksiyonlarında bir azalma olmadığına” sevinip sakin olmalı mıydım? Bu nereye kadar sürecekti, zaman zaman açsa da bizi seçemeyen gözleri ne zaman görecekti, bağlandığı makineden ne zaman ayrılacak ve bize sevgisini ne zaman söyleyecekti. Ne zaman işitecekti ona fısıldadığımız sevgi ve özlem sözcüklerini? Umutluydum, silkinip atacaktı bu çaresizliği, bu belirsizlikten bizi kurtaracaktı. Bayramın birinci günü o inançla gittim yanına, hiç açmadı gözlerini, solunum makinesine bağlı olmasına karşın derin derin soluyordu. İkinci gün de bu tablo sürdü. Üçüncü günse beni almadılar, sadece ablam girdi yanına ve ağlayarak çıktı. Yine derin soluyor, gözlerini bitkin halde belli belirsiz açıyordu. O gece ilk kez ona bir şey olacak korkusunu çok güçlü bir şekilde duyumsadım. Sabahı zor edip doktorun yanına koşarak gittim adeta:

-      -Teyzenin durumu ağırlaştı. Kan gazı değerleri çok kötü, metabolik asidoz var, bikarbonat tedavisine başladık, her şeye hazırlıklı olun.

Sallanıyordu çevremdeki her şey; masa, koltuk, duvarlar, kapılar, ağaçlar, otomobiller. Her gece bir gün işitebileceğim endişesi ile sabahları zor ettiğim, uyku ile uyanıklık arası kötü haber alacağım tedirginliğiyle telefonu adeta kucağıma alarak yaşadığım günlerin sonunda o sözler çivi gibi yüreğime çakılı kaldı. Hastanenin bahçesinde kalakaldım, ne yapacağımı bilemiyordum. Sanki beklesem kurtulacaktı, yoğun bakım ünitesinin önünde dursam hisseder miydi kalbimin deli gibi çarpan atışlarını? Ablama, eşime haber verdim. Ağlayarak ofise geldim. Kapıları kilitleyip yeniden hastaneye döndüm. Yoğun bakım ziyaret saatini beklemeye başladım. Saatler süren bekleyişten sonra, annem bunu da atlatır, bizi bırakmaz avuntusuyla ayakta kalmayı başarabiliyordum. Saat üçü çeyrek geçe hasta yakınlarını almaya başladılar. Galoşları, önlüğü, boneyi ve maskeyi hızla takıp anneme koştum. Her zamanki gibi kıpırtısız yatıyordu, deli gibi atıyordu yüreğim, ona yaklaşırken monitöre kaydı gözlerim, solunumu normaldi, tansiyonu 5 ve 3. Nabız 50. Yanına eğildim, “annecim, meleğim!” dedim. O anda sanki bir deprem oldu, makinelerde kırmızı ışık yanıp sönmeye başladı. Uyarı sesleri bütün tırmalayıcı tonuyla servisi ayağa kaldırıyordu. Koşarak yanıma gelen hemşire “sizi dışarı alalım” derken önce monitöre takıldı gözüm nabız göstergesinde kan kırmızı rengiyle 0 yanıp sönüyordu ve annem kıpırtısız yatıyordu. Kendi aralarında arrest var diyerek hepimizi dışarı çıkardılar, koşuşturmaları izliyorduk sadece. Ne kadar geçti bilmiyorum, doktorun çıktığını görüp yanına koştum, bu korkulu rüyadan uyanarak kurtulmamız mümkün değildi:

-      -Durumu çok ağırlaşmıştı. 45 dk uğraştık ama döndüremedik. Başınız sağolsun…

Sonrası bir sessizlik. Hem çok kısa, hem de çok uzun. Sonrası bir inanmazlık, bir kabullenememe, ondan sonrasıysa sadece çaresizlik.

Tam 49 gün annemin sesini duyamadık can yoldaşım, ellerini tutamadık, göz göze gelip sevgiyle bakışamadık, sadece diren diye fısıldayabildik, saçlarını okşayabildik. Ne bayramlaşabildik, ne ellerini öpebildik, ne de vedalaşabildik. O sabrıyla, sevgisiyle kavuştu sana, boğazımızda düğümlenen selamımızı sen ilet, bizim için de sarıl, gül kokulu yanaklarından öp, becerikli ellerini avuçlarına alıp ısıt, uzaklarda kalan ıssız yüreklerimiz gülen yüzlerinizle aydınlansın. 




Blog Arşivi