31 Ocak 2017 Salı

135.Mektup



aylarca bir çocuğun gülüşüne takıldı

kalbim ki

bulanık bir gökyüzünde duru kalmış

tek incelik bulutuydu

(Birhan Keskin)



Can Yoldaşım


Karlı günlerin esaretinde kaldık. Başka iklimlerin sert kışı kadar olmasa da bu yıl adamakıllı yağan kar belleğimizden silinmeye yüz tutan çocukluk yıllarına ait anıların da tozunu silkeledi. Sessizliğe büründük, bahar uzaktaki zamanın kıyısına sığınmış bir yetim gibi bekliyordu masumca. Sana dair rüyalarımızı anlatıyorduk geceden kalma, ruhundan bir ses duymaya çalışıyorduk, izler arıyorduk içinde sen olan. Seni anlatmanın ve seni konuşmanın tek yoluydu bir gece yüreğe saplanan hançer acısındaki hayalinin bize görünüp kaybolan sisler içindeki silueti.

Dönüp bakıyorum 10 yıl olmuş; günler, aylar ve yılların bu denli hoyratça aktığı zaman yokluğuna alışmamıza yetmemiş; avunmamıza, kabullenmemize bir hayrı dokunmamış. Aynı duruyor her şey, acı aynı acı, yürek sızımız aynı, özleyişimiz, gidişine inanmazlığımız ve yeniden geleceğine olan beklenti aynı. 

Sana sahip çıktığım kadar kendime sahip çıkamadığımı düşünüyorum. Bu düzensizlik, ruhsuzluk, anlayışsızlık ve basitlikler beni çıldırtıyor sanki. Ne kadar rahat tüketir olmuşuz iyi niyeti, hoşgörüyü, içtenliği, hesapsızca sevmeyi. Her gün bir parçam daha kopuyor ben “hayır bu doğru değil!” dercesine nefes almaya çalışırken aslında boğuluyorum usul usul. Bu nedenle de en çok hayatı anlatmanı özledim. Hafakanlar bastığında içimizi, kafamıza göre bir yol tutturup, dünyayı umursamadan saatlerce yürüdüğümüz günleri özledim. Yanımızdan akıp giderdi bir su gibi  insanlar, arabalar, evler, sokaklar. Yorulup hiç gitmediğimiz bir kahvenin bize yabancı masalarında çay içerken yeniden kurmuş olurduk içimizdeki dünyanın düzenini. Umut ve sevgiyle bakardık gökyüzüne, yeni gelen günlere inanır, bir kıyısına iliştirirdik çocuk sevinçlerimizi, beyaz düşlerimizi, saflığımızı..

Eskiyi yaşatamıyorum. En önemli parçanın, can damarının sen olduğunu bile bile o günlerin mutluluğunu geri getiremiyorum. İstasyona gidiyoruz kimi zaman. Genelde bayram günleri, çünkü o zaman daha bir anlam kazanıyor yolculuklar, gidip gelmeler, o telaş,o yoğunluk ve yüzlerdeki her şeye karşın birilerine ulaşacak olmanın sonsuz umudu. Trendeki bütün yolculara el sallıyor Toprak ve Deniz, çocuk yüreklerinin olanca saflığıyla. Yolcular da karşılık veriyor onlara, makinist şapkasını sallıyor sevecenlikle. Gar binasının önündeki çam ağaçlarının altındaki akşam karanlığı ışıklara boğuluyor bir anda, sanki seni görüyorum kollarını açmış bize koşuyorsun. İlk kez o zaman tanıyor çocuklar hep dinledikleri ama hiç bilmedikleri amcalarını. Kocaman bir yürek oluyorsun, kocaman bir ağaç, ulu bir çınar, dalından koptu kopacak narinliğinde bir yaprak, hüzünlü bir akşam serinliği, içimizi kıpır kıpır eden bir sabah güneşi oluyorsun. 

Sonra kocaman bir tren oluyorsun, ardından el sallıyoruz; kim varsa, ne varsa içinde taşıdığın bize gülümsüyor…


Hiç yorum yok:

Blog Arşivi