24 Ağustos 2016 Çarşamba

130. Mektup





sevdiğin mevsimin yollarında
sevdiğin bir şarkıda
ya da
çok sevdiğin bir köşesindeyim
bu yaralı kentin

okan copkıran

Can Yoldaşım,
Sana daha önce de yazdım insanlık hallerini. Ama zaman ve koşullar bu konuda öylesine deneyim kazandırdı ki bana!İster istemez hem seni hem de kendimi düşündüm. Çok kolay yalanların söylendiği, insanların bir kaç kuruşa satıldığı dünyada, değerinin paha biçilmezliğini gördüm. Senin biçimlendirdiğin çocuk kalbimle insanlığın arastasında gezindim, ölesiye pazarlıklar içinde değerini bilemediğim duyguların satıldığını, dostlukların harcandığını, sözlerin unutulduğunu, vicdanın çıkarların kara borsasında el değiştirip yok fiyatına pazarlandığını gördüm. Ne kalleş bir savaştı bu? Zor sınavların, acı deneyimlerin içinden geçiyorum; alçakgönüllü mutluluklarımız, o rafine umutlarımız aşınmasın, tek kaygım bu!

Her şeye benzetiyoruz yaşamı; kavgaya, şiire, oyuna, savaşa.. Aslında bu sürecin içinde kendimize seçtiğimiz konum belirliyor hayat algısını. Onlarca insanın kaygısına ortak olurken, kendimi unuttuğumu gördüm şaşarak, ama beni en çok üzen de 1 Ağustosun bu hay huy içinde boynu bükük kalışıydı. İlk kez bu yıl yanına gelemedik, toprağına yüzümüzü süremedik, sana sevgimizi diyemedik, özlem dolu seslenişimizi sana yansıtamadık. “Dünyanın derdi bitmez” denir ya hani, kendimizi dünya haline kaptırıp seni yalnızlığına terk ettik. Hep rüyalarıma giren o sahne gibi, (bir anlığına gelip bizi sevindiriyordun, sonra tedavim var deyip hastaneye gidiyordun. Senle bütün bağlarımız kopuyor, bilinmezlikler aleminde yitip gidiyordun. Hep bir suçluluk duygusuyla uyanıyordum, seni yalnız bıraktığım, ardından gitmediğim için) bu yıl seni yalnız bırakmanın, yanına gelememenin ezikliğiyle geçiyor ağustos.

Bizi affet, seni hiç unutmadık ama genelde yaptığımız gibi zorluklar karşısında dirençle savaşan o mahsun ve masum ıssızlığınla başbaşa bıraktık seni. Kırılsan da, üzülsen de sevmekten hiç vazgeçmezdin, yüreğinin aydınlığıyla yolunu bulur, hiç darılmadan kucaklardın bizi. Yine darılma, özveriyi sende gördük, sevmeyi seninle öğrendik, yok ki senden başka kimsemiz ana kucağı gibi kutsal, baba ocağı gibi bağışlayıcı olan. Bu dünyada hiç görmediğin huzurla dinlen çam ağacının başucunda, kuşlar konsun omzuna, serin eylül esintileri dalgalandırsın ipek saçlarını, biz sana gelen yolların ortasında sana uzanıyoruz; bir sabah ansızın o ıslak gözlerinden öpmek için.





Hiç yorum yok:

Blog Arşivi