1 Ekim 2013 Salı

99. Mektup


Seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben. 
Evlerin ve kalabalığın ağırlığını sana üstün tutmadım.
Yoksulluğun acısından hafif bilmedim acını...

-Şükrü Erbaş


Can Yoldaşım,

Bugünün tarihine odaklanınca bütün dikkatim, zamanın da ayırdına vardım ister istemez. Yokluğunun acısını iliklerime değin duyduğum günlerin ardından seni yaşamanın, seni geri getirmenin arayışına düşen çaresiz aklımın bir alçakgönüllü çözümü olarak yazmaya karar vermiştim. Yitip gidişini zaman zaman yaşadığımız kısa ayrılıklar gibi düşünerek avutuyordum kendimi, mektuplar yazacaktım sana, yokluğunda yaşadıklarımı aktaracaktım. 2007 eylülüydü  sana ilk mektubu gönderdiğimde. Sevincimi, yaşadığım iç huzurunu kimseye anlatamam. Elinde olsa yazdırmazdın, utanırdın, gözlerinden belli belirsiz dökülürdü yaşlar. Oysa geri kalan ömrümü sana verdim ben, senin adına da yaşadım, sevdim, savaştım, ağladım, güldüm... Doğduğum günden, geldiğim bu yaşıma değin bana aşıladığın her güzelliğin, umudun, sevincin ve benzeri olmayan kardeşlik duygusunun karşılığıydı satırlarım.

Eylülde değişirdin. Sararan yapraklar,bozulan tütün çardakları, serinleyen sabahlar, sert esen rüzgarlar zamanı anımsatırdı sana ve geçip giden, tükenen, yorulan, eskiyen, törpülenen hayatı. O eylül ayında karşıladım ömrümün en sert kışını. Üşüdüm, çok yalnız hissettim kendimi, korumasız ve zavallı bir kuş gibi büzüldüm kaldım. Her yanını onarıp  yaşanır kıldığımız, allayıp pullayıp düşlerle cıvıl cıvıl yaptığımız, eski mahallenin boynu bükük duran o anılarla dolu  evin geniş bir ofise dönüşen odalarında ayak seslerini duymayı bekledim günlerce. Yorulduğunda biraz uzanmak için dinlenme odası olarak kullandığımız karanlık odada duran kanepe üzerindeki, evden getirdiğimiz, yastığı kokluyordum, mutfak dolabına koyduğumuz zeytinyağı şisesine, nane kavanozuna takılıyordu gözlerim. Bir türlü dokunamıyordum onlara, ellerinin izi silinir diye korkuyordum; pencere önüne attığım sandalyede yolunu gözlüyordum, kıvrak adımlarla sokağın başında belirmeni, camda beni görünce gülümsemeni bekliyordum.

Eylül sıkıntısıydı günlerdir beni boğan. Ağlayacak gibi, gerilen bir yaydan fırlayıp çok uzaklara süzülen bir ok gibi sıkıştırıyordu yüreğimi seni düşünmek. Balkona çıkıp gözlerimin erimindeki köylere dalıyordum, tarlalara, zeytin ağaçlarına, gökyüzüne, yollara düşüyordu hayalin. Gidip deli bir inatla dişimle tırnağımla çalışmak vardı kafamda; çapalamak, taş duvar örmek, odun bölmek, çalı kesmek, eskiden olduğu gibi yalınayak toprağa basmak özlemiyle tutuşuyordum. Sen yoktun, sönüyordu bütün tutkulu isteklerim, omuzlarım düşüyor, gücüm tükeniyordu. Biliyorum seni özlemek, seni düşünmek ve seni anlatmak boynumun borcu bundan sonra.
Ben ağlayınca serçeler uçar,
dünya küçülür gözümde..

Süreyya Berfe



Hiç yorum yok:

Blog Arşivi