31 Aralık 2012 Pazartesi

91.Mektup

Can Yoldaşım,
Hava kapalıydı, o gün bir sıkıntı vardı içimde , evden çıkmak istemedim. 31 Aralık 2001. Bir ara çağırdılar, büroya gidip işimi bitirir bitirmez yeniden eve döndüm. Önceleri beni zorla işe gönderen sen bile o gün Hiçbir şey demedin. Sanırım olacakları seziyordun, bize belli etmede hazırlamıştın kendini.Babam artık katı gıdaları alamıyordu, bebe bisküvisi ve süt almak için çıktığımda hala bir umut ve mucize arıyordu gönlüm. Bir gece önce başında beklerken kıpırtısızca yatan babama sormuştun: “Baba hiç konuşmuyorsun?” “Ne konuşayım oğlum, ağrım acım yok.” Şaşkınla bakmıştık birbirimize. Umudun olmadığı halde sormuştun yine de “Baba sana çay yapalım mı?” Kafasını belli bellirsiz sallamış ve onaylamıştı sorunu. Sevinçten deliye dönüp mutfağa koşmuştuk ikimiz de. Bardaktaki çayı pipet yardımıyla sonuna değin içmişti, sonra da ikincisini. Bana dinlenmemi söyleyince odamda uzandığım kanepe de üzerimi bile örtmeden dalmış o garip rüyayı görmüştüm. Bağıra bağıra ağlıyordum, babamın arkadaşları beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

Sabah yine sessiz ve dalgındı, zaman zaman bilinci gidiyor geçmişte kalan isimleri ve olayları sayıklıyordu. Öylesine bir bekleyiş içindeydik, inanamıyorduk babamın hayat dolu bedeninin bu ağır ağır çöküşüne ve onun da bunu kabullenişine. Hepimiz yorgunduk, ablam babamın başında kalmış, biz yine uzanmıştık. Akşam saat yedi sularıydı. Ablam yattığımız odaya gelip “Abi babam iyi değil!” haberini verdiğinde içimizdeki o yüzleşmekten çekindiğimiz korkuyla başucuna oturduk. Zor nefes alıyordu, artık usul usul kapanan gözleriyle hepimize uzun uzun bakıyor, vedalaşıyordu hayatla. Elini tutmuştun, avucuna aldığı elini var gücüyle sıktığını anlamıştım. Sonra benim elimi tuttu. Terli alnına uzanıp öptüm, ağlıyordum. Yeniden buldu sonra senin avuçlarını. Derin bir iç çekişin ardından o sonsuz sessizliğe bıraktı kendini.

Ömrümün en uzun yağmuru başladı geceyarısı. Olanca şiddetiyle yağıyordu. Babam son yolculuğu için o beyaz çarşafın altında yatıyordu. Solgun yüzüne bakıyordum gidip, dayanamıyor kaçıyordum yanından. Dakikalar sonra yeniden dönüyordum yüzünü, zayıflıktan incelmiş parmaklarını, dalgalı saçlarını, bıyıklarını, hafif beyazlamış iki günlük sakalını görüyordum. Sabah sekizde evden alıp caminin gasilhanesine götürdüler, hala yağıyordu yağmur. Öğleden önce tabutuyla yeniden ama son kez evin önüne geldi babam. Köye doğru yola çıktığımızda arabanın içinde yanıbaşımızda yatıyordu, sonra ömrümün o en uzun kar yağışı başladı. Beyaza döndü dünya, ağaçlar, yollar, evler, tarlalar, tepeler.

Onu bıraktık, sen titriyordun, yüzün sapsarı olmuştu. Ben bütün acıma karşın sana yaslanmıştım. Yeniden büyüttün beni, önce güven verip korkularımla baş etmeyi öğrettin, sonra her şeye karşın yaşamayı.

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi