30 Ocak 2013 Çarşamba

92.Mektup


Can Yoldaşım,
Sana benzemesini dilemiştim. Özbenliğimi yatıştırmak için değil,  seni yeniden yaşamak duygusuyla istemiştim bunu. Gözlerinde, kirpiklerinde, saçlarında, ama hepsinden önemlisi davranışlarında bulmaya başladım ruhunu. Sabahları işe giderken boynunu büküp neşesini yitirmesindeki, dalgınlaşıp başını öne eğişindeki ama her şeye karşın el sallayarak beni yolcu edişindeki masumiyette yaşıyor gibisin. Yolda duran arabaların tekerleğine dokunup minik elleriyle döndürmeye çalışması, oyuncaklarını söküp takma merakı ve televizyonda çocuklar için hazırlanmış bilim teknik programlarına düşkünlüğünü sevinerek görüyorum ve bu denli çok benzeşen yönlerinizi şaşkınlıkla izliyorum. Kitaplığın üstünde duran çerçeveli resmine bakıp "Amca" demeyi öğrenmesi, yalnız kaldığında "Amca yok, dede yok!" diye yokluğunu seslendirmesi içimi burkup gözlerimi doldururken inanamıyorum aslında; bir sürpriz yapıp yaşamıma girmesi, büyümesi, konuşmaya başlayıp boş bıraktığın dünyada söz sahibi olmasına. Yanında olsaydın kendini unuturdun bilirim, her şeyi olurdun; arkadaşı, öğretmeni, sırdaşı, umudu, mutluluğu...Hiç görmese de, sanki biliyor gibi seni, bir şekilde el ele tutuşmuş gibi ruhlarınız, kucağında, kollarının arasında, göğsüne yaslanarak yaşıyor gibi çocukluğunu. Yoksa nasıl bu denli çok şey alabilir ki senden?

Toprak büyüdü Can Yoldaşım. Deniz doğdu; sessiz sedasız, kısık gözleri, ciddi bakışları, az gülen edasıyla. Kardeş olmanın güzelliğini, özveriyi, sevmeyi, korumayı, kardeşinin mutluluğu için kendinden vazgeçebilmeyi senden öğrensinler isterdim. Bu dünyadan geçip giderken bıraktığın anıları, üzerimize sinen izlerini korumak adına yaptığım en güzel iş bu çocuklardı galiba. Her yanımı saran kimsesizlik duygusunu nasıl yenerdim yoksa, nasıl avuturdum kendimi yokluğunla baş başa kaldığım günlerin ağırlığında tükenirken?

Sana döndüğümde bir gün; Toprak ve Deniz sürecek izlerimizi, bıraktıklarımızı yeniden diriltip yaşatacak, küllerini savuracak acının, ilkyaz esintisinde  boynu bükük çiçekler gibi sağa sola savrulurken, başımızı kaldırıp ayak seslerini duyacağız. Eğilip ellerini sürecekler yeşil  yapraklarımıza. Hiç görmedikleri, bilmedikleri bir alemin gizini duyumsayacaklar; belki gözlerini kısıp dere kenarındaki söğütlere, kavaklara, asma dallarına, karşı tepelere bakacaklar, bana söylediğin sözleri fısıldayacaklar zamana:

-Kimler geldi geçti bu topraklardan,  babalarımız, amcalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz... Hayal gibi değil mi?


Hiç yorum yok:

Blog Arşivi