İsyan etmiştim; herkes yerli yerinde duruyor, bir tek sen gidiyordun. Çevremizde bütün yokluklara, acılara, hastalıklara karşın; sevdiğimiz sevmediğimiz, tanıdığımız ya da tanımadığımız herkes duruyordu. Sen yarım kalan düşlerin, yüreğinde büyüttüğün ve geleceğe dair beslediğin sevdalarınla, umudunla gidiyordun. Yollar duruyordu, uzun bir hayata doğru uzanarak; ağaçlar yaprağını döküp yeniden yeşilleniyordu; bulutlar yağmurları besliyordu, toprak bereketi. Kuşlar uçuyordu uzak geleceklere. Seni bilmiyordu hiç biri, oysa ne çok sevmiştin onları. Kuşlarda seni görüyordum, çiçekte, toprakta, bulutta, yağmurda seni görüyordum. Sonra sevip yüreğinin otağında tuttuğun güzel insanlar da gitmeye başladı bir bir. Gözün gibi bakıp sararıp solduğunu gördükçe hüzünlendiğin, yaprakları bir bir dökülen çiçek gibiydi hayat; senin olan, senden izler taşıyan her şeyi geri alıyordu günü geldikçe. Ve ben o zaman daha da yalnızlaşıyordum.
Yanlışlar yapıyordum, ayrılıyordum çizginden, yüreğinde taşıdığın resmim yıpranıyordu, seni üzüyordum. Anlıyordum yaşadığın düşkırıklıklarını, derin acılara büründüğünü.Yeni başlangıçlar icat ediyordum, temiz sayfalar açıyordum ve adını yazıyordum harf harf. Gülümseyişin oluyordu biri, biri boynu bükük duruşun, biri ezikliğin, biri kaşlarını çatışın, sesin gibi yankılanıyordu biri, diğeri ellerin gibi nasırlı, acıyla bakıyordu biri, öbürü suskun. O aynı rüzgar yine fısıldıyordu :
Yanlışlar yapıyordum, ayrılıyordum çizginden, yüreğinde taşıdığın resmim yıpranıyordu, seni üzüyordum. Anlıyordum yaşadığın düşkırıklıklarını, derin acılara büründüğünü.Yeni başlangıçlar icat ediyordum, temiz sayfalar açıyordum ve adını yazıyordum harf harf. Gülümseyişin oluyordu biri, biri boynu bükük duruşun, biri ezikliğin, biri kaşlarını çatışın, sesin gibi yankılanıyordu biri, diğeri ellerin gibi nasırlı, acıyla bakıyordu biri, öbürü suskun. O aynı rüzgar yine fısıldıyordu :
Şimdi sen öldün ya
Yumuşak bir çizgi
Ediniyor avuçlarına
Yeni doğan çocuklar
Artık sevda yazılarını
O çizgiden okuyacaklar
Yumuşak bir çizgi
Ediniyor avuçlarına
Yeni doğan çocuklar
Artık sevda yazılarını
O çizgiden okuyacaklar
Dönüp
geriye baktığımda günleri, ayları, yılları görüyordum. Nerelerde
aradığımı izlerini, umutlarımı nelere bağladığımı ve aklımdan geçenleri
kim bilebilir senden başka. Köşebaşında beliriyordu yüzün, birlikte
yürüyorduk gecenin kör saatinde, kar yağıyordu usul usul; Sait Faik'in
neredeyse ezbere bildiğimiz öykülerini sayıyorduk birbirimize: Simitle
Çay, Kış Akşamı,Maşa ve Sandalye, Francala mı Ekmek mi...
Sonra o kimsesiz, sessiz, yoksulluğundan nice küçük mutlulukları
türetip kendi kendini büyüten çocukluğundan anlatıyordun. Tel arabaları,
nar ağaçlarını, çarşamba pazarında Sağırın helvacı dükkanının önünde
ayaküstü kurulan tahin sofralarını, tütün tarlalarını, ilk öğretmenin
Raci Bey'i, ilk kitaplarını, babamın tomruk taşıdığı külüstür Gaz marka
kamyonu, Eskici Emin'i, ortakçı Mehmet'i. Sisler içinde yitip
gidiyordun, bir düş gibi karanlığa karışıyordun bütün varlığınla. İçimde
tanımsız bir düşkırıklığı ile özlemek kalıyordu ellerimde bir tutam.
Bir koku, bir ses, bir öpüş, bir sarılma...Demek yitirince sevdiğini
kişi hep ağlarmış bir yanı; gücünü bağlılığından alırmış, yakasına
yapışarak hayatın geri istermiş özlediklerini. Hep kavgalı olurmuş
kendisi ile ve yorgun; iki kişilik düşünmekten, iki kişilik yaşamaktan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder