31 Temmuz 2010 Cumartesi

61.Mektup


 Seni diyorum seni
ateşlerin başında
uykulu ellerini

Tutmuşlar yıkamışlar
rüya denizlerinde
tutmuşlar yıkamışlar

Üç uygar iki barbar
bize dediklerini
dur dinle yürü söyle

Bak burdan gitmeyince
kimsecik hatırlamaz
duvardaki gölgeni

Ağardı böyle az az
gölgen ki günden mavi
kucağında turnalar

Gökyüzü falan değil
deniz meniz hiç değil
daha geniş daha dar

Kapılardan içeri
girdim suyun gönlüne
aldım bengü haberi


Yağmur yılıymış sende
kışa uyruk eski yaz
mevsim mevsime köle

Aşki bahar bendeki
soluyor da soluyor
gecikmiş hevesini

Şu edilen cümleyi
bildin mi ören kalbim
-Ölüm yok şimden'geri

Bu söz hepsinden yeni
Bu söz hepsinden yeni
Bu söz hepsinden yeni

(Adnan Satıcı / Türkü)


Can Yoldaşım,
Bir yerlerden gelip esiyor, içimizi serinletip, üşütüyor en derinlerini yüreğimizin. Dallar yerinden oynuyor, sesini duyuyoruz sürüklenen yaprakların, önüne katıyor geceyi, ayışığını, susuzluğu, sessizliği ve kimsesizliği.  Sonra susuyor zaman, toprağı ıslatıyor birimizin gözyaşları da, deli bir ırmağın çağladığını sanıyoruz. Uykunun kollarında, düşlerin kucağında sallanıyor sevgimiz. O rüzgar sen miydin? Sen miydin o yağmur, o çiçek, o yaprak, aydınlık sabah, sarı sonbahar, gagasında nimet taşıyan minik kuş, dupduru akan su, tutkulu sevi, özlem, o çekingen dokunuş, o iç burkan yalnızlık, umut dolu ses, özverili yürek; o unutulması olanaksız yıllarından kopup gelen, geçmişin sevgi ile bakan gözleri sen miydin?
Temmuz aylarının ortasını geçip ağustosa doğru yol almaya başlayınca zaman, huzursuzlaşıyor içim, o büyük ayrılığın, acılı kopuşun günlerini yeniden yaşıyorum bir bir. Önceden sezemediğim, aklımın ucundan bile geçirmediğim büyük,  hiç dinmeyen sonsuz acıya doğru geri sayım başlayıp sessiz gidişinin, bizi bırakışının dönüm noktasına doğru yol alırken hala inanmazlık içinde çırpınıyor aklım. Sonu gelecekmiş, sana sarılıp coşku dolu bir kavuşmayla bitecekmiş gibi duran, yabancısı olmadığım kısa ayrılıkları diliyor gönlüm. Oysa senin bizden ıramadığını, bizim sana yakınladığımızı biliyor artık çocuk yüreğim. 



Neyi düşündün, sessiz, ürkek ve biraz da kırılgan duygularla tüketirken ömrünü? Azıcık gülüp ayaklarını uzatacaktın biraz. Düşkırıklıklarını, boşa giden emeklerini, yitirdiklerini, gerçekleşmeyen umutlarını bir yana koyup yeniden doğmuş gibi saçtığın mutluluk tohumlarının çiçeklenmesini dilerken; bilinmeyen uzaklara doğru sürükledin o çok sevdiğimiz canını, sesini, sözünü, pamuk yüreğini. 
Nevval Sevindi yeniden yüz yüze geldiği hastalığının soğuk ellerini tutup kendine dokunan o derin acıyı "kaybedilip asla ulaşılamayacak eski bir aşka" benzetiyor:
İkinci kez kanserle karşılaşmak  kaybettiğin ve asla ulaşamayacağın aşkınla karşılaşmak gibi.
Öyle derin bir acı ve boşunalık duygusu veriyor ki, her şeyden vazgeçsem mi diye düşünüyorsunuz. Artık kurtulduğunuzu düşündüğünüz bir anda kucağınızda bulduğunuz kanserli hücrelerle  savaşayım mı, bırakayım mı pazarlığı bile aklınıza geliyor.
Ama sen kendinle ve  geçmişle hesaplaştığın o en karanlık günlerinde bile bizi sevmeyi savsaklamadın. Acılara direnirken bir yanın, öbür yanının yaralarımızı sarıyordu. Kanıyordu bir yanın, bizim için savaşıyordu öbür yanın. Bilirim aklın bizde kaldı, yüreğini koyup da gittin, onun ışığıyla bulduk yolumuzu. Çünkü anlamıştın sen de o tek çarenin ne olduğunu:
Hayat göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor da ,kötü günler sanki yüzyıl gibi uzuyor. Yaşayanlar bilir zaten. Yine de tek çare; hayata ve sevdiklerimize sarılmak.


Sevda hiç gelmez oldu aklıma
Hüznüme annem geleli

Kanar oldu kapılar şimdi her eve
Eşiklerde kalbim ezileli

Kalbim ki en içli akşamıdır yolların
Kuşları altın kuleli

Bir suyu dinler oldum artık yüzümde
Aynalar aynalar nasıl çileli

Sevda hiç gelmez oldu aklıma
Hüznüme annem geleli

(Cengiz Şenol / Akşam Kırgını)

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi