31 Mayıs 2010 Pazartesi

59. Mektup


 5.
Yağmurun diliyle konuştum
Uzandım taşların eliyle
Oğlum seni düşündüm
Galata'da eski bir evde

Denizin dikeninde uyudum
Uyandım ter içinde
Oğlum seni düşündüm
Geçmiş zaman kipinde

Yolların arklarından baktım
Gözyaşlarının merceğiyle
Oğlum seni düşündüm
Hasretlerin ikliminde

Deniz... Ölümde bile.. 

(Ahmet Erhan / Deniz, Unutma Adını / İlk Vasiyet)

Can Yoldaşım,

 O susuzluk değil miydi yaşamın bizi törpüleyen ihaneti, içimizdeki canavarı büyüten, acıları şahlandırıp karaları bağlatan o büyük özlem değil miydi? Herşeyimizi, umudumuzu, gelecek düşlerimizi dinginliğine ilmik ilmik dokuduğumuz; gönül bağımızı tomurcuklandıracak, sevincimizi yeşertecek o duru sular değil miydi?  Suya yazılan yazılardı belki yaşamın bilincimizdeki toplamı, el yordamıyla gördüğümüz, sevdiğimiz, güldüğümüz, ağladığımız, acısını duyup serinliğinde yüreğimizi yumuşattığımız. Ya da suya atılmış bir taştı işte öylesine, kendi içinde büyüyen ve genişleyen halkaların sessizliğinde akıp giden zamana söylenmiş bir ağıt gibi. Su gibiydi ömrün kendi yatağında aktı, sessiz ama coşkulu. Kaynağından çıktı yapayalnız ve hüzünlü; büyüye büyüye toprağın bereketine uzandı, kıvrıla kıvrıla aktığı toprağın derinlerinde tohumla buluşup günün ışığına döndürdü yüzünü. Kaç yangın geçse de üstünden, kar ve yağmur, fırtına ve tipi, kuru soğuklar ve karakış; kuruyan dallarına yaşamın hep o su yürüdü, yeniden atmaya başladı durmuş yüreği yitip gidenlerin.
 (Sana benzemeye başladım gün geçtikçe, sevdiklerim adına duyduğum endişe gibi örneğin ve örneğin onurum için herşeyi allak bullak edip kendimi ters yüz ederek yaşamımı sıfırlayabilecek denli korkulardan arınmış olmam gibi. Doğrularımın keskin uçlarını yumuşatamıyorum hala ve karda ayak izlerimi belli ediyorum örneğin. Çok şeye sahip olmak değil de beni mutlu yapan, sahip olduklarımdan vazgeçebilme özgürlüğümü koruyabilmek benliğimi ayrıcalıklı kılan. Sevmek çok şeydir de, sevecek bir şeyi olmamak hiç bir şey. Ağlamak  hala bir güç göstergesidir de çocuk ruhum için kendini bilemek adına, uçsuz bucaksız bir ıssızlıktır ve kendine yabancı düşmektir yüreğinin derinlerinde yiğitlik için vuruşmak. Galiba kendi dehlizlerinde gizlenen bir gömüye benzeyecek ruhum ve onu kimse bulamayacak. Belki izine rastlayanlar da büyük düş kırıklığına uğrayacak köşe bucak saklanan gerçeğin basitliğine şaşarak. Sana benzemeye başladım gün geçtikçe, yaşamak bu denli basit olmamalı, güzel kardeşim doğru bilip de ne güzel söylemişsin.) 

taş düştü kuyuya
dört halka 
suretim
daldırdım kovayı
içime doldu su...

(Gülsün İlgün)

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi