Sesin ne kadar benziyor sana
La minör, kumral, biraz şehla
Hüzünlü bir güz akşamı belki
Solgun ezgiler ve hatıralar
Derliyor çerkez çiçeklerinden
(Ahmet Telli)
Can Yoldaşım,
Bütün işler, ödevler, sorumluluklar, yaşama ilişkin ve içinde savaşmak olan bütün hareketlilikler son bulduğunda; sessizlikle, dinginlik ve yalnızlıkla bir araya gelip kendimle kaldığımda ikiye bölünüyor zaman: İçinde varolup bana kendini adadığın zamanlar ile bir başıma içinde debelendiğim zaman.Yol ayrımında durduğum, karar verme sürecinin o sancılı saatlerini yaşadığım günlerin dönüm noktasında, belki iyi ya da kötü rotamı çizmeyi başardım. Yeni ufuklara doğru yelken açıp seçimini yaptıklarım için savaşmayı, düşmeyi ve yeniden ayağa kalkıp doğrulmayı içimin en derinlerinde duyumsayarak yaşadım. Ama her ne olursa olsun, nasıl değerlendirirsen değerlendir; başbaşa oturup kafa kafaya verip gelecek düşlerimize yön verdiğimiz, önümüzde uzayıp giden belirsizliğe ilişkin tasarılar üretip umutsuzluğun bir gölge gibi izimizi sürdüğü günlerin alaca karanlığına karşı korkusuz kararlar aldığımız o güzel geçmişin özlemini duydum hep. Başarmak ya da kazanmak kaygısından uzak ama varlığının bana kattığı güven duygusunun, dostluğunun, abiliğinin hemen yanımda olduğunu bilmek ve o sonsuz gücün sıcak soluğunu özümsemekmiş seni sevmek. Hal böyleyken seni düşünmekse, içi burkan bir acı, gecenin orta yerinde yüreğe saplanan bıçak sızısında bir umarsızlıkmış.
Dün gece seni düşünerek uyumaya çalışıyordum. Özleminin içimde acı çekerek kıvranan bir yaralı gibi inlediği, gözlerimin yanarak, boğazımda garip bir duygunun düğümlenip soluksuz bırakarak beni boğduğu bitimsiz bir karabasanın ortasında yardım arıyordum. Sonra kendimden geçmişim. Korkuluksuz merdiven basamaklarının eğretiliğinden korkarak evimizin kapısı önüne geldiğimde gözlerime inanamıyor, hem sevinci, hem şaşkınlığı yaşıyordum. Aralık sonunda yitirdiğimiz ve senin adını verdiğimiz küçük kuşumuz bütün maviliği, bütün sevimliliği ve o minicik, sevgi dolu gözleriyle bakıyordu bana. Küçük, paytak adımlarıyla kapı eşiğinde geziniyor, sanki farkedilmeyi bekliyordu. Elimi uzatıp o yumuşaklığı, o sıcak hafifliği ve o gizemli kokuyu avuçlarıma aldım. Tüylerini yanağıma sürüp boynuna küçük öpücükler kondurdum. Sevinçle indim merdivenleri, ablama müjdeyi verecek onu da mutlu edecektim. Oturma odasına girdiğimde seni oturuyor buldum. Yanında annem, ablam ve eşim vardı. Hem küçük kuşumuz, hem de seni görmek mutlulukların en güzeliydi. Boynuna sarıldım, "benim güzel abim" diye öpüyordum yanaklarından, kokunu duyuyordum, gülümsemeni görüyordum.
Dün gece ellerimizin henüz uzanamadığı, gözümüzün görüp acılarımızı dindirmeye gücümüzün yetemediği uzaklıktaki diyarlardan kopup geldiniz. Küçük, mavi bir kuşun minik yüreğine sığınmıştı güzel ruhun, yıllarca onun canevinde kanat çırptı. Adını alıp senin kişiliğine bürünmüştü küçük, mavi kuş. Ne seni ayırabildik ondan, ne de onu senden. İkiniz de bildiniz bizi içimizde yaşattığımız sizden. Bir gül dalına kondunuz, sevdalı bülbüldünüz; biz o divan şiiriydik sizi söyledik. Düş değildiniz gerçektiniz, yalan olan ölümdü, rüya olan yaşam.
Tuna Kiremitçi, Vatan'da çıkan yazısında sevdiğini yitiren insanın yalnızlığına değiniyor.
Dün gece seni düşünerek uyumaya çalışıyordum. Özleminin içimde acı çekerek kıvranan bir yaralı gibi inlediği, gözlerimin yanarak, boğazımda garip bir duygunun düğümlenip soluksuz bırakarak beni boğduğu bitimsiz bir karabasanın ortasında yardım arıyordum. Sonra kendimden geçmişim. Korkuluksuz merdiven basamaklarının eğretiliğinden korkarak evimizin kapısı önüne geldiğimde gözlerime inanamıyor, hem sevinci, hem şaşkınlığı yaşıyordum. Aralık sonunda yitirdiğimiz ve senin adını verdiğimiz küçük kuşumuz bütün maviliği, bütün sevimliliği ve o minicik, sevgi dolu gözleriyle bakıyordu bana. Küçük, paytak adımlarıyla kapı eşiğinde geziniyor, sanki farkedilmeyi bekliyordu. Elimi uzatıp o yumuşaklığı, o sıcak hafifliği ve o gizemli kokuyu avuçlarıma aldım. Tüylerini yanağıma sürüp boynuna küçük öpücükler kondurdum. Sevinçle indim merdivenleri, ablama müjdeyi verecek onu da mutlu edecektim. Oturma odasına girdiğimde seni oturuyor buldum. Yanında annem, ablam ve eşim vardı. Hem küçük kuşumuz, hem de seni görmek mutlulukların en güzeliydi. Boynuna sarıldım, "benim güzel abim" diye öpüyordum yanaklarından, kokunu duyuyordum, gülümsemeni görüyordum.
Dün gece ellerimizin henüz uzanamadığı, gözümüzün görüp acılarımızı dindirmeye gücümüzün yetemediği uzaklıktaki diyarlardan kopup geldiniz. Küçük, mavi bir kuşun minik yüreğine sığınmıştı güzel ruhun, yıllarca onun canevinde kanat çırptı. Adını alıp senin kişiliğine bürünmüştü küçük, mavi kuş. Ne seni ayırabildik ondan, ne de onu senden. İkiniz de bildiniz bizi içimizde yaşattığımız sizden. Bir gül dalına kondunuz, sevdalı bülbüldünüz; biz o divan şiiriydik sizi söyledik. Düş değildiniz gerçektiniz, yalan olan ölümdü, rüya olan yaşam.
Ölümü anlatır Tuna Kiremitçi, "Bu yüzdendir ki nüfusu azalıyor, annesini kaybeden kişinin"..
Tuna Kiremitçi, Vatan'da çıkan yazısında sevdiğini yitiren insanın yalnızlığına değiniyor.
Bu yüzdendir ki nüfusu azalıyor, annesini kaybeden kişinin. Kişi başına düşen yalnızlığı iki katına çıkıyor. Yönetim şekli değişmiyor belki ama “ben neredeysem yalnızlığın başkenti orası” diyen Süreya daha bir manidar gelmeye başlıyor.Ama yazının en vurucu satırları sonda yeralmış. Çünkü temel duyarlıklar ile hayata bakışımız arasında derin bir bağ kuran anlamın satırları bunlar:
Yıllar önceki bir başka röportaj... Bana sorular soran Arda Uskan’a annemi kaybettiğimi ve bunun hem yazı hem de kişisel hayatımda bazı fayları yerinden oynattığını söylediğimde şu yanıtı veriyor: “Herkesin annesi ölüyor, ne var şimdi bunda?”
Sahi, ne vardı insanın annesini kaybetmesinde? Bir sanatçıyla temel duyarlıklarını yitirmiş bir gazeteci arasındaki derin, daha da kapanmasına imkân olmayan o uçurumdan başka?
Bugünse anlıyorum: Hayata bakışımızı bu uçurumun hangi tarafında durduğumuz belirliyor aslında. Çünkü yalnızlıkta bulduğumuz anlam hem kendimize hem de başka insanlara verdiğimiz değeri temelden etkiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder