
elden kaçırınca seni
yerleştirdim kendimi
derinlere, içime,
senin içine
sakin yerlerinde
varlığının
topraklar buldum
kök salmaya
bildiğim tek şey
ne kadar derinlerde, nerelerde
uzanıyorum
içinde
istersen
sökmeyi
bak gözlerimdeki
içtenliğe
gözlerim gösterecek sana
yüreğime giden yolu
seninkine de
keşfetmiş olacağım o zaman seni
(Shabbir Banoobhai / Elden Kaçırınca Seni)
derinlere, içime,
senin içine
sakin yerlerinde
varlığının
topraklar buldum
kök salmaya
bildiğim tek şey
ne kadar derinlerde, nerelerde
uzanıyorum
içinde
istersen
sökmeyi
bak gözlerimdeki
içtenliğe
gözlerim gösterecek sana
yüreğime giden yolu
seninkine de
keşfetmiş olacağım o zaman seni
(Shabbir Banoobhai / Elden Kaçırınca Seni)
Can Yoldaşım,
Hafif aralık kalmış kapıları yaşamın biraz umudun, biraz acının, biraz burukluğun, biraz da yalnızlığın esrik öykülerine açılır. Her kapının ardında bir bekleyen bulunmaz, uçsuz bucaksız bir kimsesizliğe uzanır eşikten adımını atıp içine girdiğin dünya. Bilmediğin yollarda, tanımadığın diyarlarda yabancı kalıp çaktığın bir kibrit alevinin aydınlığında tüketirsin ömrünün belirsizliklerini. Ama o gölge senin! Dışarıda durma,gir içeri. Ne biz değiştik, ne toprağın kokusu, ağaçların yeşili, göğün gözümüzü kısarak baktığımız aydınlığı, ne de yıldızların dost ışıltısı. Her şey bıraktığın gibi; çekingen adımlarının sesini dinliyor, gülüşünü bekliyor, derinlerde atan yüreğinin sıcağını özlüyor.
Bizden ayrı durduğun yaz günlerini anımsadı belleğim. Yemyeşil asma dallarının arasında, yaz güneşiyle ısınan toprağın çıplak göğsünde, bulutsuz göğün dingin maviliğinde, bağ damının verandasında, dere kıyısında bütün görkemiyle zamana kafa tutan çınar ağaçlarının, cevizlerin, badem ağacının, erik ve armut ağaçlarının serin gölgesinde, gül kokusu ve su sesinin erincinde gezinirdi sende saklı duran hiç yorulmak bilmeyen tutkusu yaşamın. Cuma ikindilerinde, köy minibüsü solgun renkleriyle gözlerinin erimine düşerdi yaşlı çınarın o koyu gölgesini hizaladığında. Umudumuzu, sevincimizi ve özlemimizi taşıyan minibüsü; köprünün üstünde, gülümseyen, yorgun yüzünle beklerdin. Sarılırdık yüzyıl gibi gelen ayrılığın özlemiyle. Hiç sızlanmadan yüklenirdin bütün eksik bıraktığımız sorumlulukların, görevlerin, beceriksizliklerin bohçasını. Odun ateşinde aldığı demin kokusunu unutamadığımız, tadını hiç bir mutluluğa değişemeyeceğimiz bir bardak çaya benzerdi abiliğin. Yıllar boyu yudum yudum içtik onu, yüreğimizdeki tazeliğini hiç yitirmedi.
Kimi kez düşlerimin yol çatında bekliyor o yaralı gülüşün. Ellerini duyumsuyorum saçlarımın dalgalı inadında. Sesini işitiyorum; yağmurları, yelleri, fırtınaları kucaklayıp içime doluyor. Zaman ağlıyor, günler durgun, yaşam garip bir biçimde suskun, eskiyip savrulan bütün dekorları ömrümüzün gizilgücünü sende bulup yeniden tazeleniyor. Her gün yeniden doğup ellerinde büyüyorum, yokluğunla olgunlaşıyor, başımı çevirdiğim her ayrıntıda seni bulup özümsemeyi öğreniyorum. Çocuk zamanları bilincimin seni düşündükçe ihtiyarlıyor, seni özledikçe iki büklüm oluyor hayat ve seni sevdikçe yeniden vurulup yerlere düşüyor ölüm ve acı da olsa öğreniyor kanadı kırık bir kuş gibi yaşamanın anlamını.
l.Acıyla yoğrulan yaşamın gözyaşlarını resimler Patrick Farrell: Haiti'de kasırgadan sonra yaşanan dramdır sergilediği.
2009 Pulitzer Ödüllerinde haber fotoğrafı ödülünü kazanan Patrick Farrel'in resimleri acıyla yoğrulan yaşamın gözyaşlarını deriyor. Simsiyah bir acı bu, insanoğlunun uygarlık yolunda aldığı mesafenin ne denli az olduğunu, doğanın yıkımları karşısında ne denli zavallı kaldığını resmediyor ve uzun uzun düşündürtüyor yaşamın adaletinin kimlerin elinde olduğunu:
Ölüyüm ben. /Üstelik de iyiyim. Daha soğuğum/bir felaketten- /bir yangından karda kışta./Yani ben, bir neden değil,/ sonucum son hesapta. (İvan Radoyev / Flüt)
2.Bir alıntı : Yaşananlar bu sözü anımsatır ama buna kim kafa yorar?

Gerek toplumsal yaşayışımızın, gerekse bireysel anlamda insanımızın kirlenişini görüp de M.S 1. yüzyılda yaşayan Latin hiciv ozanı Marcus Valerius Martialis'in okuyunca çok beğendiğim ve not ettiğim sözünü anmamak haksızlık olur. Günden güne beslendiğimiz kültürel kaynakların kirlendiğini, buna bağlı olarak da ruh halimizin nasıl bulandığını pek güzel anlatıyor:

Kimi kez düşlerimin yol çatında bekliyor o yaralı gülüşün. Ellerini duyumsuyorum saçlarımın dalgalı inadında. Sesini işitiyorum; yağmurları, yelleri, fırtınaları kucaklayıp içime doluyor. Zaman ağlıyor, günler durgun, yaşam garip bir biçimde suskun, eskiyip savrulan bütün dekorları ömrümüzün gizilgücünü sende bulup yeniden tazeleniyor. Her gün yeniden doğup ellerinde büyüyorum, yokluğunla olgunlaşıyor, başımı çevirdiğim her ayrıntıda seni bulup özümsemeyi öğreniyorum. Çocuk zamanları bilincimin seni düşündükçe ihtiyarlıyor, seni özledikçe iki büklüm oluyor hayat ve seni sevdikçe yeniden vurulup yerlere düşüyor ölüm ve acı da olsa öğreniyor kanadı kırık bir kuş gibi yaşamanın anlamını.
l.Acıyla yoğrulan yaşamın gözyaşlarını resimler Patrick Farrell: Haiti'de kasırgadan sonra yaşanan dramdır sergilediği.

Ölüyüm ben. /Üstelik de iyiyim. Daha soğuğum/bir felaketten- /bir yangından karda kışta./Yani ben, bir neden değil,/ sonucum son hesapta. (İvan Radoyev / Flüt)
2.Bir alıntı : Yaşananlar bu sözü anımsatır ama buna kim kafa yorar?

Gerek toplumsal yaşayışımızın, gerekse bireysel anlamda insanımızın kirlenişini görüp de M.S 1. yüzyılda yaşayan Latin hiciv ozanı Marcus Valerius Martialis'in okuyunca çok beğendiğim ve not ettiğim sözünü anmamak haksızlık olur. Günden güne beslendiğimiz kültürel kaynakların kirlendiğini, buna bağlı olarak da ruh halimizin nasıl bulandığını pek güzel anlatıyor:
3. İlkyazın resmi: adama şiir okutur bu.
O suyu kirletmeye kıçın yetmez. Kafanı daldır Zoilus, kafanı!...

Bulutlar adına söyledim onu sana
Deniz ağaçları adına söyledim
Dalgalar adına dallardaki kuşlar adına
Gürültü taşları adına
Sevişen eller adına söyledim
Bakan göz bakılan göz adına
Göğü bezeyen uyku adına
Puslu geceler adına
Yoldaki parmaklıklar adına söyledim
Ak alın açık pencere adına
Düşündüklerin konuştukların adına
Sonu gelmesin diye söyledim
Bu okşayışın bu güvenişin bu inanışın
Sonu gelmesin diye
(Paul Eluard / Adına)
Deniz ağaçları adına söyledim
Dalgalar adına dallardaki kuşlar adına
Gürültü taşları adına
Sevişen eller adına söyledim
Bakan göz bakılan göz adına
Göğü bezeyen uyku adına
Puslu geceler adına
Yoldaki parmaklıklar adına söyledim
Ak alın açık pencere adına
Düşündüklerin konuştukların adına
Sonu gelmesin diye söyledim
Bu okşayışın bu güvenişin bu inanışın
Sonu gelmesin diye
(Paul Eluard / Adına)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder