5 Mart 2009 Perşembe

42.Mektup

....

Kardeşim, şairi duydun mu?
Kalbini kıracak senin ve onaracak
şarkısının kederiyle.

Kardeşim, şairi gördün mü?
Bıktım usandım tozdan dumandan,

ve yol uzun, ve yaşlanıyorum.

Rama yolunda öleceğim,

kalbim onun şarkısıyla beşiğe yatırılmış.

(Sam Hamill / Rama'ya Giden Yol)

Can Yoldaşım,

I. Özür niyetine : Yazının satırlardaki suskunluğu seni incitir mi? Oysa içimden sular gibi kıvrıla kıvrıla akıyor özlemin.

Gecikmiş bir intihar mektubunun bütün sıkıntısını taşır gibi, günlerdir cebimde dolaştırıyordum yokluğuna yazdığım satırları. Her gece yatağımda düşünüp sana adamak üzere kurguladığım sevgi sözleriyle yamalı bir bohçaya dönen belleğim, boynuna inecek giyotinin keskin vuruşunu bekleyen umarsız bir hükümlü gibi sabah alacasında üzerine çöken unutuşun infazıyla gömülüyordu karanlığına. Kanatlanıp süzüle süzüle uçuyordu; durgun, bulutsuz, sıkıntılı, umutsuz bir telaşın maviliğinde.

Kimi kez de, yere dökülmüş yaprakları ağaç diplerinden toplayıp döndüre döndüre savuran bir yel kimliğine bürünen başıboş zamanların o uyduruk güncesindeki yazısız sayfalara saçılıyordu sözcüklerim, anlamını sende bulmasını istediğim. Ama soluyordu heceleri, gülüşün susturduğunda bütün sesleri.. Kanatları kopuyor, düşüyordu bulutların arasında uçuşan imgeleri, sırtına düşlerini bindirip gezdirdiğin, yitik göçmen kuşlarının.

Ama hepsi bitiyor: Mevsimler, yollar, ayrılıklar, iyi kitaplar, güzel şiirler ve yaşam...

II. Seni düşünürken : Küçük sevinçlerimizin günlüğüne notlarını düşer o titrek elyazısı,yılların törpüsünde örselenen ömrün.

Mevsimler ki, onlar yılkı atlarıdır zamanın, günlerin yelinde savrula savrula koşuyorlar dörtnala. Sağı solu belli olmayan, huysuz bir iklimin yağmurunda yürüyen yaşamın sıcak avuçlarını arıyor ilkyazın soğuktan üşümüş elleri. Ürperiyorum, sonucunu kestiremediğim meydan savaşlarının tam ortasına doğru yürürken. Vuruldukça, güç bularak doğruluyorum yeniden, kucağına düştüğüm toprağın derinlerindeki bir yerlerden. (Bugünlerde sana dönüşün heyecanıyla koşacağım yanına. Uyandırmaya geleceğim; geçmişin, düşlerin, toprağın, kış uykusundaki ağaçların yüreğinde duran bahar sevinçlerini ömrünün. Ellerini tutacağım, kokunu duyacağım, sesinde ışıyan güneşin rengi alacak gözümü ve seni yeniden keşfedeceğim)..

Yollar ki, uzaklıklarının ölçüsü bir cigara içimi yalnızlıktır. Bırakmış da olsan yıllar önce tütünü, kokusu sinmiştir yorgun yıllarının yordamına buram buram ve iki parmağın arasında duran hapis bir ömrün dumanı tüten sarışın hüznüdür, her nefeste içine çektiğin. (Yeniden sigaraya başlamadım. Bıraktığımız yerde duruyor, boynu bükük tövbesi dumanaltı yıllarımızın)...

Ayrılıklar ki, kendine yön bulmaya çalışan ruhların kimsesizliğini üşüten bir çöl fırtınasına tutulmasıdır gece vakti. Düşle gerçeğin ayrım çizgisinin keskin uçlarında dolanır, yitip gidenlerin ardında duran buruk acısı yüreğin. Garip olan bu kopuşları kabullendiğinde başlamasıdır, ayrılanların o büyük buluşmaya doğru koşan heyecanlı macerasının. (Yokluğuna inanmıyorum. Seni özleyerek seveceğim, özledikçe yokluğun bir düş olup varlığın varlığımda bulacak kendini)..

İllam meaesi partem animae tulit
Maturior vis, quid moror altera,
Nec charus aeque, nec superstes
İnteger? İlle dies utramque
Duxit ruinam.

(Horatius)

Mademki, vakitsiz bir ölüm seni,
ruhumun yarısı olan seni alıp
götürdü, yeryüzünde varlığımın
yarısından, en aziz parçasından
yoksun yaşamakta ne
anlam var? O gün ikimiz
birden öldük


İyi kitaplar ki, okyanus derinliklerinde gömülü batık gemi hazinelerinin lanetini taşır üzerinde. Açgözlü ruhlara göre değildir onların gizine varmak, tadını almak. Kimbilir hangi sayfada unuttun, çocuksu sevinçlerinle kuruttuğun yeşil yapraklarını gençliğinin? Kendini bıraktın bana, kimsesiz duran sayfalarda aradığım o hüzünlü ve boynu bükük gülümseyi alıp götürdün. (Yaşamın bana izin verdiği ölçüde okumaya çalışıyorum yine. Bıraktıklarını özenle koruyup düşünü kurduğun dünyayı yapılandırmaya çalışıyorum, özünde hep bir şeylerin eksikliğini duyacağımı bile bile)..

Güzel şiirler ki, bir ırmağın akışıdır dingin ve serin; bir kadının gülüşüdür esrik; zamanın ruhudur dalgın; gözlerin acısıdır geçmişin buğusuyla bakan ve neresinden okursan oku, hep aynı tadı veren, çocukluğun doyumsuz oyunlarına benzeyen.(Sevdiğin bütün ozanlar da seninle birlikte göçtü bu dünyadan. Okuduğum her dizede titreşen ölü ozanların sesleri seni bana anlatırken, güzel ruhun sardunyaların arasından penceremi tıklatır uçmayı yeni öğremiş bir kuşun heyecanıyla)..

Yaşam ki; boylu boyunca uzanmaktır mavi bir göğün altında, kendine ilişkin bütün susmaları koynuna almaktır, tutkulu bir öpüştür boşluğa uzanan ve alabildiğine doyumsuzluktur sevgisizliğin bozkırında yankısını bulan.

Bir ormanda kaybolmuşuz,
sen sımsıkı elimden tutuyorsun.
Birden yıldızların aydınlattığı
bir düzlüğe çıkıyoruz.

(Cevat Çapan)

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi