dolu geçti kar geçti hülyamızı satardım
ne gibiydik ölümün buruşuk kadehinde
sanırlar bir çocuğun ruhundaki su gibiydik
o mahur kadehi... o masum suyu satardım
yaralardan koparılmış kabukların kurutulduğu
"sırf unutmak için, unutmak ey kış!"
büyük yalnızlığın sarı sayfalarını satardım
mavi misketlerin cam odalarında bir kelebeği
sularken ölüm... çocuk kovalarındaki ıslak kuma
gömdüğüm gözlerimi satardım
o tenha arastada
camsız kapısız dükkanda
(Cahit Ökmen / O Tenha Arastada)
Can Yoldaşım,
Geçmişe bakan gözlerindeki hüzünlü sorgu, yeni başlangıçları anlatırdı bana, yüreğinden ellerine akan emeğin düşlerime giren inancıyla yüklü olan. Yenilgileri zafere dönüştüren umut, sözlerinin ufkunda doğardı.
Yaktığın ateşin alevleri göğe yükselirken araladığın kapıların ardındaki ışığı arıyordum. Anladım, geçmek bilmeyen günlerin sıkıntısı, penceremin önünde birikip yıllara dönüyordu; yıllar bitimsiz bir sonbahara; sonbaharsa bir soru imine, içinden yaşamın geçtiği kırgın yazılarda yerli yersiz kullandığım.
Yalnızlığın düşsel kentinde suskunluğun rengindeydi zaman. Umudun imgesi güneşti, varlığının sağlaması yollardaki ayak izlerin, kısa ömrünün sorgusu belki de peşimi bir gölge gibi hiç bırakmayacak olan bu tanımsız eksiklik duygusuydu. İkimize ilişkin yarım kalan bir şeylerin kurgusu, adını aldığı o hain pusuydu. Kuralı, ilkesi, dürüstlüğü olmayan bir savaşı yitirdin sadece. Çocukların masum gülüşleri, güneşin sarı sıcağı, toprağın derinlerdeki direnci senin tarafındaydı hep. Yaralı, kırgın ama onurlu yüreğin yaşamın özündeki o sonsuz ruhu kazandı.
Can yoldaşım silbaştan seviyorum seni. Her başlangıçta yeni kodlarını okuyorum; genetiğinde yazılı küçük ama ince ayrıntıların, büyük duyarlıkların, eşi olmayan iyiliklerin, sevginle dokunmuş özverinin tarihinde. Ve hiç bir sevişim öncekilere benzemiyor:
Yaktığın ateşin alevleri göğe yükselirken araladığın kapıların ardındaki ışığı arıyordum. Anladım, geçmek bilmeyen günlerin sıkıntısı, penceremin önünde birikip yıllara dönüyordu; yıllar bitimsiz bir sonbahara; sonbaharsa bir soru imine, içinden yaşamın geçtiği kırgın yazılarda yerli yersiz kullandığım.
Yalnızlığın düşsel kentinde suskunluğun rengindeydi zaman. Umudun imgesi güneşti, varlığının sağlaması yollardaki ayak izlerin, kısa ömrünün sorgusu belki de peşimi bir gölge gibi hiç bırakmayacak olan bu tanımsız eksiklik duygusuydu. İkimize ilişkin yarım kalan bir şeylerin kurgusu, adını aldığı o hain pusuydu. Kuralı, ilkesi, dürüstlüğü olmayan bir savaşı yitirdin sadece. Çocukların masum gülüşleri, güneşin sarı sıcağı, toprağın derinlerdeki direnci senin tarafındaydı hep. Yaralı, kırgın ama onurlu yüreğin yaşamın özündeki o sonsuz ruhu kazandı.
Can yoldaşım silbaştan seviyorum seni. Her başlangıçta yeni kodlarını okuyorum; genetiğinde yazılı küçük ama ince ayrıntıların, büyük duyarlıkların, eşi olmayan iyiliklerin, sevginle dokunmuş özverinin tarihinde. Ve hiç bir sevişim öncekilere benzemiyor:
Kendi yüreğini dinle. Yüreğin her şeyi bilir, çünkü Evrenin Ruhu'ndan gelmektedir. Ve bir gün oraya geri dönecektir.
(Paulo Coelho / Simyacı / Sayfa 132)
I.Bekir Coşkun'un topluma yönelttiği eleştiri oklarının sivriliği yakınmasındaki haklılığı gölgeler mi? Yazarın Uğur Mumcu serzenişini anlatır:
Bekir Coşkun, Uğur Mumcu'nun 16. ölüm yıldönümü nedeniyle yapılan söyleşide "Vurulan 'Uğur Mumcu'yu sizce 'halkı unuttu' mu ?" vurgusuyla başlayan bir soruya verdiği yanıtta sivri eleştiri oklarını topluma yöneltip haklı bir yakınmayı dillendiriyor:
"Hangi halk?..Kömürle-nohutla oyunu satan halk zaten ortada yoktur. Hiçbir zaman olmadı. Onlar bu ülkenin yüzde 40'ı mı, yüzde 50'si mi bilemem...onların yüzündendir çocukların erken ölümü, açlık, işsizlik, geri kalmışlık, eziklik... Onların olduğu bir ülke asla iflah olmaz ve tabi ki onlar Mustafa Kemal'i de unuturlar, Uğur Mumcu'yu da. Ben onlara "göbeğini kaşıyan adam" diyorum. Allah'tan toplumun bir başka kesimi var. Emeğiyle yaşayan, alın teri ile çocuklarını büyüten, mağrur, gururlu, tepkili...Onlar Uğur Mumcu'yu unutmadılar. Cinayetin aydınlanmamış olması ise, böyle bir toplumun tercihi ile gelen ve tıpkı kendisini getirenlere benzeyen iktidarlardır. Ve arada bir sızlayan bir yara gibidir bu...

II.Bir alıntı, son günlerde sıkça gözüme ilişip yoruma gerek bırakmayan:
Nazi Almanyası'nda papaz Martin Niemöller'in günlüğünden :
"Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."
III. Aşkı anlatır, öznesi yükleminden ayrık ve insansız :

Kedi kadının yanındaydı,
Kadın gecenin yanındaydı.
Kedi gitti geceye değdi,
Karardı,
Döndü kadına değdi.
Bir kadın portresi belirdi;
Elinde siyah bir gül vardı,
Kucağında kırmızı bir kedi.
(Özdemir Asaf / Yalnızlık Paylaşılmaz / Tablo)
Kadın gecenin yanındaydı.
Kedi gitti geceye değdi,
Karardı,
Döndü kadına değdi.
Bir kadın portresi belirdi;
Elinde siyah bir gül vardı,
Kucağında kırmızı bir kedi.
(Özdemir Asaf / Yalnızlık Paylaşılmaz / Tablo)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder