Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım
(Cemal Süreya / Üvercinka / Kanto)
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım
(Cemal Süreya / Üvercinka / Kanto)
Can Yoldaşım,
Islak çimenlere basan yorgun ayaklarım yokuşu tırmanırken gün batıyordu, usul usul bir perde gibi iniyordu gökyüzünün aydınlığına; o zaman belli belirsiz gölgelere dönüşüyordu dalların üzerindeki kuru yapraklar, tepenin düzlüğündeki yalnız ağaçlar, taş duvarlar, susuz çeşmeler ve yıllardır kendi ıssızlığına yabancı duran köy meydanı. Karanlığa alışan gözlerimin yordamı o sessizlikte gerçeği buldu, zamanı tanıdı, çağını anladı, yıkıntıların arasında unutulmuş bir düşün tozunu toprağını alıp ipince bir yağmur gibi üstüne yağdı, koca bir geçmiş alev alev yanıyordu; yüreğim bunu almadı, tıpkı sen gibi karşı durdu. Benim güzel abim, bu yollar nereye götürür insanı, kalmayı isteyen yürekse eğer, beden nereye gider? Güllerin kokusunu aldığı kim, onlara rengini veren toprağın canındaki kansa eğer?
İçindeyken zamanın, olup biteni kavramak ve anlatmak zor. Bir köşeye çekilip olup biteni izleyebilme ayrıcalığına sahip değiliz, iliklerimize değin işliyor, üstünde yaşadığımız toprakları kasıp kavuran afetler. Adı ne olursa olsun üzerimize çullanan ekonomik ya da toplumsal kökenli bütün insan elinden çıkma yaratıkların, canavarların bu amansız istilasında kötü bir sonun başında olup olmadığımızı kim bilebilir:
Çok uzak sayılabilecek yıllardan günümüze taşınmış, sayfalarına sinen esrik kokuyu hiç yitirmemiş, o altı çizili satır altlarında sana özgü izler taşıyan kitaplarını okurken karşılaştığım çok tanıdık ve bildik gerçek beni irkiltmiyor; toplumsal yapımızın hastalıklı olarak büyüyen organizmasındaki arızalar, kötücül urlar, işlevsel bozukluklar ve mikroplar yıllar öncesinden saptanıp sağlıklı çözümler üretebilmek için bütün saydamlığıyla gözler önüne serilmesine karşın; hiç bir somut adımın atılmadığı, toplumsal davranış bozukluklarımızın bütün şiddetiyle günümüzde de etkinliğini sürdürdüğü gerçeği bu. Cavit Orhan Tütengil "Temeldeki Çatlak" adlı kitabının aynı adlı yazısında, yaklaşık 40 yıl öncesinden öngörmüş gibi, yaşadığımız günlerin bütün çalkantılarına ışık tutup içimizdeki bir yerleri sızlatarak o soruyu sorduruyor okuyana; "geçen onca zaman bizi hiç değiştiremedi mi?"
Ağaran gün gecenin izlerini silemedi. Bunca yaşamışlığım dağlar kadar sensizdi, karlı doruğuna hiç bir insan eli değmedi; ağlamışlığım bunca, sağanak halinde umarsızdı, o çağıltının sesi derinlerden gelirdi;bunca gülmüşlüğüm, su içmek için dalından inen bir kuş kadar ürkekti, gagasına aldığı her yudumda durup sessizliği dinledi. Can yoldaşım; o yaralı, o kırgın ağustos firarisi ömrümün sendinse eğer, her gece kapımı çalan kim?
İçindeyken zamanın, olup biteni kavramak ve anlatmak zor. Bir köşeye çekilip olup biteni izleyebilme ayrıcalığına sahip değiliz, iliklerimize değin işliyor, üstünde yaşadığımız toprakları kasıp kavuran afetler. Adı ne olursa olsun üzerimize çullanan ekonomik ya da toplumsal kökenli bütün insan elinden çıkma yaratıkların, canavarların bu amansız istilasında kötü bir sonun başında olup olmadığımızı kim bilebilir:
Güneşsiz sevgisiz günlerimiz
Çürüyen bir şeyler var kesin
İğrenç kokular geliyor çevremizden
Yan yana omuz omuza tedirgin
Uzağız yıldızlarca birbirimizden
(Bedrettin Aykın / Gecede Söylenen Türküler / Gecede Yorgun Yaralı)
Çürüyen bir şeyler var kesin
İğrenç kokular geliyor çevremizden
Yan yana omuz omuza tedirgin
Uzağız yıldızlarca birbirimizden
(Bedrettin Aykın / Gecede Söylenen Türküler / Gecede Yorgun Yaralı)
Çok uzak sayılabilecek yıllardan günümüze taşınmış, sayfalarına sinen esrik kokuyu hiç yitirmemiş, o altı çizili satır altlarında sana özgü izler taşıyan kitaplarını okurken karşılaştığım çok tanıdık ve bildik gerçek beni irkiltmiyor; toplumsal yapımızın hastalıklı olarak büyüyen organizmasındaki arızalar, kötücül urlar, işlevsel bozukluklar ve mikroplar yıllar öncesinden saptanıp sağlıklı çözümler üretebilmek için bütün saydamlığıyla gözler önüne serilmesine karşın; hiç bir somut adımın atılmadığı, toplumsal davranış bozukluklarımızın bütün şiddetiyle günümüzde de etkinliğini sürdürdüğü gerçeği bu. Cavit Orhan Tütengil "Temeldeki Çatlak" adlı kitabının aynı adlı yazısında, yaklaşık 40 yıl öncesinden öngörmüş gibi, yaşadığımız günlerin bütün çalkantılarına ışık tutup içimizdeki bir yerleri sızlatarak o soruyu sorduruyor okuyana; "geçen onca zaman bizi hiç değiştiremedi mi?"
Ağacın "orman"ı görmemize engel olduğu günlerde yaşıyoruz. Olayları yüzeyden görüp geçenler, nedenlerine ve tabana inemeyenler, hele ayrı ayrı sanıp olaylar arasındaki bağları göremeyenler için ortada ciddi bir durum yoktur. Fakat, olayların nedenine ve köklerine inenler adım adım yaklaşan bir bunalımın soğuk nefesini alınlarında duymaktadırlar. Düşünen başlar ve gören gözler için "temeldeki çatlak" yalnız derinlemesine genişlemekle kalmamakta, uzunlamasına da yol almaktadır. Demokratik rejimi, laik dünya görüşünü, fikir özgürlüğünü ve hukuk devleti düzenini susuz bozkır topraklarına çeviren nedir?
Ağaran gün gecenin izlerini silemedi. Bunca yaşamışlığım dağlar kadar sensizdi, karlı doruğuna hiç bir insan eli değmedi; ağlamışlığım bunca, sağanak halinde umarsızdı, o çağıltının sesi derinlerden gelirdi;bunca gülmüşlüğüm, su içmek için dalından inen bir kuş kadar ürkekti, gagasına aldığı her yudumda durup sessizliği dinledi. Can yoldaşım; o yaralı, o kırgın ağustos firarisi ömrümün sendinse eğer, her gece kapımı çalan kim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder