6 Aralık 2008 Cumartesi

36. Mektup

Bir şeyler kalırdı senden -ince, uçuşan, zarif
ellerin nereye değse eskiden. Eli elinden kayıp giden
rüzgarı sevdin sen.

Herkes kendinden bile gizlerken sırrını sen
tuttun rüzgara açtın. Kullanılmayan odalar kadar
ıssız, serin hayatını. Bir sokaktan ötekine taşırken
kırık dökük hayatını...

Bak. Geceden doğan pembe seher
çocuk gün!
Bırak sokulsun da üşümüş göğsüne
varolmana değer bir anlam bulsun
ruhun.

Ah! bir bilsen. İçini çekiyor sokak sen geçerken.

Bir şeyler kalırdı senden -ince, uçuşan, zarif
ellerin nereye değse eskiden. Eli elinden kayıp giden
rüzgarı sevdin sen.

(Oya Uysal / Rüzgarı Sevdin Sen)

Can Yoldaşım,

Ona senin adını verdik. Yokluğunu unutturup boşluğunu doldurması için değil, nerede olursan ol, adını sesleyip seni çağırabilmek için. Ürkekliğini çabuk attı. Onu öyle sevdik ki, küçük kanatlarına, nokta gibi duran gözlerine inat, minik yüreği dağlar gibi büyüdü. Kafesinden çıkarıp özgür bıraktığımızda, cam kenarından dünyayı izledi; evler, sokaklar, ağaçlar ve yollar yabancı olduğu kadar da gizemli bir dünyanın, gözünü alan ilginç yansımalarıydı. Yine de aldanmadı hiç bir güzelliğe. Dönüp hepimizin başına, omuzuna konarak sevimli ve içten bir dilin heceleriyle gönlümüzü aldı. Açık bıraktığımız kapılara hiç yönelmeden, yorulunca kanatlanıp kafesine kondu yine. Bir derviş gibi başını hafifçe öne eğip içinde senin adın geçen uzun bir lirik okuyordu sanki. Bütün sesleri susturup onu dinliyorduk, yaşamın özünde duran ve sana ilişkin olan her şeyi söylüyordu minik kuşumuz. Yaşamımızın önemli bir parçası oldu;seni konuşmanın, seni anlatmanın ve seni düşünmenin başucunda duran kanat seslerinin sahibi, sevincimizin sıcak soluğu, özleyişlerimizin o derin mavisi.

Şiirlerin orasından burasından okurken ilgimi çekip dokusunda, yüreğimin uçuşan, düşsel ve kırılgan ellerini dolaştırarak görünmeyeni, anlaşılamayanı, duyumsanmayanı aradığım iki dize Cezmi Ersöz'ündü:

Künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerini,
ölürsem beni seninle ararlar şimdi

"Ölürsem beni seninle ararlar şimdi" :
bilirler çünkü. yüzün aydınlatır yolların çıkmaza uzanan karanlıklarını. her sokağa geçmişten gelen düşlerin sureti düşmüştür kısık sesinin bıraktığı. elimden tutup beni sürüklediğin yaşamın kuytularında ayak izlerin vardır. "Danko'nun Yüreği" gibi ellerinde tutarlar gözlerinin ışığını. o ışık bulur eninde sonunda ormanın derinlerindeki amok koşucusunu.

"Ölürsem beni seninle ararlar şimdi" :
bir sen bilirsin gizlendiğim köşeleri. gözyaşlarımı akıttığım toprağın derinlerini, gülüşlerimin kanadığı gül yapraklarını, kör kapısını çaldığım umudu, öfkemi yazdığım satırları, direncimi çizdiğim düşleri sen bilirsin.

"Ölürsem beni seninle ararlar şimdi" :
belki hiç bir yerde bulamazlar beni. yüreğinin bir köşesinde yatar cansız bedenim, solgun gülüşüm ve ürkek sevincim. kimbilir ne zaman gelip uzandım o sessiz köşeye. belli ki söylememişsin yerimi kimseye, üzerimde yeşil otlar bitmiş , nasırlı ellerin yolmuş dikenlerini toprağımın, beni sessizliğinde gizlemişsin ..sanki unutmuşsun kendinin de bir yitik olduğunu, başucumda ağlamışsın. yaşamak benden çok sana yakışıyordu, kalk uyan bu uykudan, ben seni burada beklerim.

Sulara da sözüm geçmez oldu artık
Ölüm böylesine benzedikten sonra
Fidanlıktan sökülen fidanların
Köklerinden yere düşen topraklara

(Abdülkadir Bulut / Gözyaşları da Çiçek
Açar / Çocuklara Dair Dizemler - IV)


Hiç yorum yok:

Blog Arşivi