9 Kasım 2008 Pazar

34.Mektup

İçimde kırıldı dallar
İşitince esişini
Tarlaların ekinciği

Irmak suyu diyorum sana
Akışsız kaldım!

(Hüseyin Haydar / Kara Şarkılar / Küçük Yaş Sevdalısı -II- )

Can Yoldaşım,

Sadece sana anlattığım yaşamımdaki "ilk"lerin dokunaklı öyküleri artık; çöl fırtınasına tutulmuş hazine yüklü bir kervan savunmasızlığında, çok yükseklerden düşen bir yaprak sessizliğinde, yağmur sıkıntısıyla fırtına öncesi dinginliğin arasında duran bekleyişin içinde kıyameti besleyen sonsuz birikiminde, uzun bir suskunluğun ortasında, bir kuşun kanat çırpışında, yüzünü döndürmek için güneşini arayan ayçiçeğinin sarı sabrında, yokluğunun içimde sızlayan ve hiç kapanmayan yaralarında, ıssız bir yolda kendine gülümseyen adamın yüzündeki bilinmezlikte....

Gereksinimlerini karşıladığı sürece varlığı konusunda çok kafa yormadığı ayrıntılara ulaşmakta zorlanmaya başladığında, düşünmek zorunda kalıyor insan; köklü bir değişimin baş ucunda durduğunu, bir şeylerin eskimekte olduğunu ya da unutulmaya yüz tuttuğunu...

Altı üstü bir gaz lambası şişesi olarak anlamlandırmıyordu bilincim onu.Tarlaya son gidişimizde kazayla kırıp yenisini aramaya başladığımızda o hüzünlü gerçeğin kapısını çaldık bir kez daha ve anladık, yenisini pek de kolay bulamayacağımızı. Araya sora keşfettiğimiz dükkandan bir kaç tane alıp, gaz lambasının da yaşamımızın bir dönemindeki hükmünün artık bittiğini üzüntüyle kavrayıp zamanın ve çağın hoyrat yelleri önünde sürüklenmeye bıraktık onu.Bağ damının gecenin ve yaşamın karanlığında ışığını alıp, o soluk ve cılız aydınlıkla günlerimize kol kanat gerdiği anların sessiz tanığı; kimi kez acı, kimi kez de umutla yoğurulan ömür çizgimizin sessiz bir yol arkadaşıydı. Gaz ve is kokan esmer aydınlıkta, yutarcasına okuduğun eski gazetelerin sayfalarını hem sabırsız, hem de meraklı bir hışırtıyla çevirdiğin günlerin koyu gölgesinin,bağ damının birket duvarlarında, değdiği her noktaya o titrek ışığın ve hüzünlü kokunun izlerini kazıdığını görüyorum ben.

Galiba eskiyen, yitip gitmekte olanların sevdalısıydık biz. "İnsan unutmak istediklerini unutur" demiştin bir gün bana. Biz unutmayı bilmiyorduk. Yaşamımızın her döneminde kişiliğimizi yoğurup yüreğimize duyarlık kazandıran, bilincimize şekil verip geleceğimizi temellendiren geçmişin bütün ince ayrıntılarını özenle saklamak gibi bir sorumluluğu taşıdık üstümüzde. Altında ezilmedik, sırtımızda taşıdığımız bir yük olarak görmedik biz o duyguyu.Her şey değişip gelişirken, gaz lambalarının is kokan, titrek ışığında okuduğumuz kitapların, aldığımız kararların, verdiğimiz sözlerin, andığımız geçmişin, yürüdüğümüz yolların ve sevdiklerimizin gözlerinde gördüğümüz inancın aydınlığını hiç bir şeye değişmedik.


Flickr'da filmlerin sonundaki The End yazısının görüntüye yansıyıp içinde kendimizi yitirdiğimiz o ayrı dünyadaki yaşamın akışında, devingenliğin donup kaldığı anlardan oluşan seçkiye bakarken; yan yana izlemekten keyif aldığımız o siyah-beyaz filmlerin, tekniğindeki basitliğe, görsel efektlerin kullanımını sınırlayan yetersizliklere karşın, günümüzün zengin bütçeli, olanaksız gibi görünen ayrıntıları bilgisayar tekniğinin sanal gücüyle kotarıp izleyene sunan anlayışın ürünlerinden daha nitelikli olduğunu düşündüm. Bu filmler de gaz lambalarının yazgısını taşıyor alnında ve aydınlıkları sadece onları çok sevenlerin yaşamına yön veriyor.

Küçük bir çocuğun göz pınarlarında birikip yanağından süzülmeye başlayan o ilk damlanın ıslaklığında,alevlerin içinde, ölümün başucunda, ormanın kuytularında, ağacın göğe bakan dallarında, toprağın derinlerinde, tohumun kabuğunda, yumurtanın sarısında, o karasal ikliminde acının soğuk ve kurak geçen.........

Kırların güneşi çürüdü çürüyecek
Ormanların güneşi uyudu uyuyacak
Yaşayan gökyüzü gitti gidecek
Toprağı akşam sardı saracak

(Paul Eluard / Seçme Şiirler / Sensiz / Çevirenler : A.Kadir - A. Bezirci)

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi