
Tanrı küçük insanlara
özlemlerin tadını bıraktı.
(Tanrı İnsanlara Verdi / Arna Bontemps)
(Tanrı İnsanlara Verdi / Arna Bontemps)
Can Yoldaşım,
1.
"O gece kırmızı bir gül kokusuydu ruhunun imgesi."
Ayrılık saatinin yaklaşması ile bir korku kaplardı içimi. Zaman çağıl çağıl akan bir nehir kıvraklığında senle geçen günlerimi hızla tüketirken, gitmeden önceki günün akşamında yalvarırcasına hep aynı sözü söylerdim:
-Bu gece hiç uyumayalım olur mu?
Oysa o geceler hiç olmasını istemediğim sabahları yatırırdı koynunda ve bağrına taş basan bir ana gibi ninnisini söylerdi ayrılıkların. Sabah yüzünü güne döndürüp beyaz uykusuyla vedalaştığında yeni anlamlar kazanırdı küçük dünyalarımızın dokunaklı öyküleri. Sırasını hiç şaşırmayan yaşam gelgitlerinde birbirini izleyen karşıt kutupların selam durduğu ömrün akışı acıyla bulanır, özlemle gölgelenir, aşk ve umutla tazelenip sevinçle yeniden durulurken yitirirdi kendini. Anlamını aradığım yaşam bana anlattıklarında gizliydi.
Sıkı sıkıya tuttuğum ellerin avuçlarımı kavrayıp ılık bir esintiyi ruhuma üflerdi; o esinti uzaklardaki bir tütün tarlasının yeşil sonsuzluğunu dalgalandırır, çam ağaçlarının uğuldayarak söylediği yalnızlık türküsüne buğulu bir anlam katıp çevresini dolandığı yaşlı çınar ağacının yapraklarını sürüklerdi geçmişin ıssız yollarında. Yanıma uzanıp öykülerini anlatırken belleğinin bir köşesinde alev alev yanan anılar, çocukluğunun yoksul ama duyarlı bir yanını kanatmaya başlardı sesinin tınısında. Daha sen yanımdayken başlardı, henüz adını koyup tanımını yapamadığım o ince sızı.
Uykuya yenik düşen çocuk bedenimin zayıflığı öykülerindeki sonları öğrenmeme hiç izin vermedi. Tellere takılan bir uçurtma hüznüyle sen benden usul usul uzaklaşırken, anlattıkların kanatlı düşsel atlara bindirirdi küçük yüreğimi. Yaralı umutların ve kırgın sevinçlerin şaha kaldırdığı zaman sabahı gösterdiğinde, gözlerimi sensiz bir güne başlamak için açardım.
-Bu gece hiç uyumayalım olur mu?
Oysa o geceler hiç olmasını istemediğim sabahları yatırırdı koynunda ve bağrına taş basan bir ana gibi ninnisini söylerdi ayrılıkların. Sabah yüzünü güne döndürüp beyaz uykusuyla vedalaştığında yeni anlamlar kazanırdı küçük dünyalarımızın dokunaklı öyküleri. Sırasını hiç şaşırmayan yaşam gelgitlerinde birbirini izleyen karşıt kutupların selam durduğu ömrün akışı acıyla bulanır, özlemle gölgelenir, aşk ve umutla tazelenip sevinçle yeniden durulurken yitirirdi kendini. Anlamını aradığım yaşam bana anlattıklarında gizliydi.
Sıkı sıkıya tuttuğum ellerin avuçlarımı kavrayıp ılık bir esintiyi ruhuma üflerdi; o esinti uzaklardaki bir tütün tarlasının yeşil sonsuzluğunu dalgalandırır, çam ağaçlarının uğuldayarak söylediği yalnızlık türküsüne buğulu bir anlam katıp çevresini dolandığı yaşlı çınar ağacının yapraklarını sürüklerdi geçmişin ıssız yollarında. Yanıma uzanıp öykülerini anlatırken belleğinin bir köşesinde alev alev yanan anılar, çocukluğunun yoksul ama duyarlı bir yanını kanatmaya başlardı sesinin tınısında. Daha sen yanımdayken başlardı, henüz adını koyup tanımını yapamadığım o ince sızı.
Uykuya yenik düşen çocuk bedenimin zayıflığı öykülerindeki sonları öğrenmeme hiç izin vermedi. Tellere takılan bir uçurtma hüznüyle sen benden usul usul uzaklaşırken, anlattıkların kanatlı düşsel atlara bindirirdi küçük yüreğimi. Yaralı umutların ve kırgın sevinçlerin şaha kaldırdığı zaman sabahı gösterdiğinde, gözlerimi sensiz bir güne başlamak için açardım.
2.
"O gece bir yapraktan süzülen yağmur damlasıydı gözlerin."
Küçük ayrıntıları yakalamak için çok sevmeli insan. Baktığında en derinlere işlemeli gözlerinin erimi. Yüreğiyle ve bütün duyularıyla yoğunlaşarak acıyı duyumsamalı, örtülü bir hüznü yakalayıp gizli kalmış sevinçleri özgürleştirmeli. Sevdiğinin bir türevi olarak yaşayıp anıların gölgesinde soluklanmak ve umudun göğünde dirençle kanat çırpmaksa özlemek, seni gördüm: rüzgarla savrulan dalların ve yaprakların sesinde gizliydi ömrün.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder