
Küçük çocuklar yapıp geceleri kendimden,
Seni öpsünler diye gönderiyorum sana.
Bana, kucaklarında seni getiriyorlar;
Ben de sonra o seni getiriyorum sana.
(Özdemir Asaf / Sana / Çiçekleri Yemeyin)
Seni öpsünler diye gönderiyorum sana.
Bana, kucaklarında seni getiriyorlar;
Ben de sonra o seni getiriyorum sana.
(Özdemir Asaf / Sana / Çiçekleri Yemeyin)
Can Yoldaşım,
Kişinin kendisini evrenin merkezine koyup çevresinde olup biteni bir dram gibi izlemesi, insana özgü olan her şeyi ekseni kendi uzağından geçen bir döngünün doğal uzantısı olarak görmesi; yaşamın derinliğine ulaşılamayan, gizleri çözülemeyen başka bir boyutu olsa gerek.
Birileri yazarak, çizerek ya da savaşarak direnip kahramanlaşırken; birileri uzak bir coğrafyanın acımasız ikliminde yoksulluğu, açlığı, doğal afetleri bir yazgı olarak alnında taşırken; birileri küreselleşmenin körüklediği, çıkışını adaletsizlikten, hukuksuzluktan ve sömürüden alan şiddetle iç içe yaşarken ötekilerin izlemesi; kişinin yaşamı algılayışı ve aklında, yüreğinde özümseyip esnekliğini bireysellikten, öznellikten alan insaniyet hamurunun kıvamı ile ilgili bir durumdur. Hamuru yoğuransa yaşamın bilinmezliklerle dolu akışıdır. Acının, çaresizliğin ya da ölümün herkes için olduğunu anlayabilmek için zaman terazisini kollayan yaşam dengelerinin bir kefede ağır basıp değişmesini beklemek zorundadır insan, üstelik bunu hiç bilmeden.
Geçen hafta babasını yitiren Bekir Coşkun, Hürriyet'te çıkan (17.mayıs.2008) Taş Sokaktan Aşağı adlı yazısında, acısını ve iç dünyasının küçük bir çocuk gibi korunmaya muhtaç yalnızlığını, okuyanı sıkı sıkı sarıp sarmalayan bir duyarlıkla bölüşerek en derinlerinizde kanayan kuytu bir köşeyi gün yüzüne çıkarıyor:
Yazarın "Geçen hafta adresimi yitirdim" diyerek aktardığı durumla bir gün kendilerinin de yüzleşmek zorunda kalacaklarını bilen ve "Babam hep tutkularının peşinden giderek bizim kahramanımız oldu " diyen Emine ve Nuri Bilge Ceylan kardeşlerin de aslında seçtiği yol "baba ocağına" bir saygı duruşu ve sevgi gösterisidir. İki kardeş, 1-19 Nisan tarihleri arasında Milli Reasürans Galerisinde "Babam İçin" adını verdikleri bir fotoğraf sergisi açmışlar. Sergi kataloğunun giriş yazısını yazan Emine Ceylan, bu sergiyi neden gerçekleştirdiklerini, yaşamın en çıplak gerçeği olan ölüm duygusunun terkisine bindirdiği endişe ve hüzünle açıklıyor. Satırlarında hem eninde sonunda yüzyüze gelinecek o kaçınılmaz sona yönelik yapılan korku dolu göndermenin sisi ve pusu, hem de "sevgilerini ifade edebilmenin iç erincini" yaşayan iki kardeşin mutluluğunu okumak olası:
(Sen de "birlikte olacağımız günlerin sayısının hızla azaldığını" hissederek mi yaşadın, geçen yılın o ebruli aylarını? Seni yitirebileceğimi aklımın ucundan bile geçirmedim oysa ben. Yanımda varlığını duyumsamanın da ötesinde, her şeyimi sana özdeş kıldım. Ozanın o dizelerinde dediği gibi : "Her seven / Sevilenin boy aynasıdır / Sevmek / Sevilenin o aynaya bakmasıdır.")
Nuri Bilge Ceylan fotoğraflarının dingin bir hali vardır. İnsanların ve doğanın zamanın bir yerinden koparılmış ve boşluğa asılmış gibi duran sessizliği, anlamını çoğu kez çocukluğunuzda unuttuğunuz yüreğinizde bulur. Anıların eski toplaşma yeridir, bir kasaba çıkışının tarlalara, bağlara doğru sizi alıp götürdüğü belleğinizin o yeşil yolu. Sanatçının filmleri de, fotoğrafları da içten bir alçakgönüllüğün, buruk sevinçlerin, gözlerdeki kaygılı anlamların görüntüleri ile ruhunuzu kucaklayıp büyülü bir yaşamın kapılarını açıyor ardına değin. Bu nedenle N. Bilge Ceylan'ın sitesindeki resimlere sık sık dalıp kalıyorum.
Alexey Titarenko, 1962 de St Petersburg'da doğmuş bir fotoğraf sanatçısı. Siyah-beyaz çektiği fotoğraflarındaki o belli bellirsiz yer verdiği insan figürlerine fon olan sokaklar, yollar ve evlerin kar ve yağmurla bütünleşip hüzün renklerine boyanan boynu büküklüğü ile örtülü bir yalnızlık temasını çağrıştıran ıssızlığını sevdim. Sanatçının özellikle sitesinin "Black&White Magic of St Petersburg" bölümündeki yapıtları doğduğu kente olan bir borcu öder gibi sevecen ve özenli. Teknik ve tematik olarak Nuri Bilge Ceylan'ın çalışmalarıyla benzeşen yanları olduğu için (ikisi de kent ve kar ilişkisi üzerine temellenmiş, hüzünlü resimler çekmişler) Titarenko'yu anlattım. Aslında alçakgönüllü bir yaşam düşünü anlattım, sadece ikimize ait olan. Aslında yatağına usul usul çekilen bir nehirdi anlattığım, yaşlı bir çınar ağacının gövdesine tutunup geçmişe çağlayan. Aslında kırgın bir iç döküşüydü derinlerden gelip sesime değen ve satırlarıma akan, avunmak zorundaydım çünkü. Ve aslında:
Birileri yazarak, çizerek ya da savaşarak direnip kahramanlaşırken; birileri uzak bir coğrafyanın acımasız ikliminde yoksulluğu, açlığı, doğal afetleri bir yazgı olarak alnında taşırken; birileri küreselleşmenin körüklediği, çıkışını adaletsizlikten, hukuksuzluktan ve sömürüden alan şiddetle iç içe yaşarken ötekilerin izlemesi; kişinin yaşamı algılayışı ve aklında, yüreğinde özümseyip esnekliğini bireysellikten, öznellikten alan insaniyet hamurunun kıvamı ile ilgili bir durumdur. Hamuru yoğuransa yaşamın bilinmezliklerle dolu akışıdır. Acının, çaresizliğin ya da ölümün herkes için olduğunu anlayabilmek için zaman terazisini kollayan yaşam dengelerinin bir kefede ağır basıp değişmesini beklemek zorundadır insan, üstelik bunu hiç bilmeden.
Geçen hafta babasını yitiren Bekir Coşkun, Hürriyet'te çıkan (17.mayıs.2008) Taş Sokaktan Aşağı adlı yazısında, acısını ve iç dünyasının küçük bir çocuk gibi korunmaya muhtaç yalnızlığını, okuyanı sıkı sıkı sarıp sarmalayan bir duyarlıkla bölüşerek en derinlerinizde kanayan kuytu bir köşeyi gün yüzüne çıkarıyor:
Şimdi daha iyi anlıyorum korkan tavşan yavrularının niye bir zıplayışta yuvalarına kaçtıklarını.
Ya da kuşların uçsuz bucaksız gökyüzünde dolanıp dolanıp, ama akşamları niye aynı ağaca döndüklerini.
Aidiyet duygusu çoğu zaman bir adres belirler bize.
Korktuğumuzda döneriz...
Uçup uçup döneriz.
Ve insanoğlunun en iyi bildiği adrestir o işte:
Baba ocakları...
Geçen hafta adresimi yitirdim.
Yazarın "Geçen hafta adresimi yitirdim" diyerek aktardığı durumla bir gün kendilerinin de yüzleşmek zorunda kalacaklarını bilen ve "Babam hep tutkularının peşinden giderek bizim kahramanımız oldu " diyen Emine ve Nuri Bilge Ceylan kardeşlerin de aslında seçtiği yol "baba ocağına" bir saygı duruşu ve sevgi gösterisidir. İki kardeş, 1-19 Nisan tarihleri arasında Milli Reasürans Galerisinde "Babam İçin" adını verdikleri bir fotoğraf sergisi açmışlar. Sergi kataloğunun giriş yazısını yazan Emine Ceylan, bu sergiyi neden gerçekleştirdiklerini, yaşamın en çıplak gerçeği olan ölüm duygusunun terkisine bindirdiği endişe ve hüzünle açıklıyor. Satırlarında hem eninde sonunda yüzyüze gelinecek o kaçınılmaz sona yönelik yapılan korku dolu göndermenin sisi ve pusu, hem de "sevgilerini ifade edebilmenin iç erincini" yaşayan iki kardeşin mutluluğunu okumak olası:
Ve de aylardan gene Nisan. O tam 86 yaşında. Birlikte olacağımız günlerin sayısının hızla azaldığını hisettiğimiz için.
(Sen de "birlikte olacağımız günlerin sayısının hızla azaldığını" hissederek mi yaşadın, geçen yılın o ebruli aylarını? Seni yitirebileceğimi aklımın ucundan bile geçirmedim oysa ben. Yanımda varlığını duyumsamanın da ötesinde, her şeyimi sana özdeş kıldım. Ozanın o dizelerinde dediği gibi : "Her seven / Sevilenin boy aynasıdır / Sevmek / Sevilenin o aynaya bakmasıdır.")


Yağmurlar ülkesiyim ben
Uzak ve yüksek...
Sen gözyaşı bulutusun
Durursun göğsümün kuytularında
Uzak ve yüksek...
Sen gözyaşı bulutusun
Durursun göğsümün kuytularında
(Hüseyin Haydar / Rüzgarın Dili - II / Kara Şarkılar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder