28 Eylül 2007 Cuma

5. Mektup


söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.

(Behçet Aysan/Sesler ve Küller/Bir Eflatun Ölüm)

Can Yoldaşım,

Resimlerin kaldı, çiçeklerin, gözlüklerin, kimi satırlarının altı çizilmiş kitapların; içine tedavi süresince verilen poliklinik belgelerini, tomografi raporlarını ve makbuzları özenle koyduğun siyah çantan, mide bulantısı için kullandığın nane şekerlerin; sürekli gittiğin, hastanenin karşısındaki eczacının verdiği küçük ama şık plastik şişedeki ( kıyıp ta bir türlü kullanamadığın) kolonyan kaldı. Senden kalanların özgün yerlerini hiç değiştirmedim. Günlük yaşamın akışı içinde rastlantısal olarak gözüme iliştiklerinde, sanki yitirmişim de, sonra yeniden bulmuşum gibi seviniyorum. Örneğin gözlüklerin oturma odasında, oturduğun kanepenin sağ yanındaki sehpanın üzerinde, en son bıraktığın gibi duruyor. Çiçeklerini özenle suluyorum, kitaplarını yeniden okuyorum, siyah çantanın içindeki düzeni hiç değiştirmiyorum. Yokluğuna alışmak gibi bir kaygım yok, varlığını duyumsamak için elimden geleni yapıyorum. Hiç haber vermeden gittin, ama umut doluyum; ya yine habersizce döneceksin ya da uzaklardayken hep yaptığın gibi sıkılıp arayacaksın : "her şeyi boşver, gel yanıma" diye.

Hastanenin bahçesinde, zaman öldürdüğümüz o zorunlu bekleyiş anlarında gözün çevrendeki insanlara takılırdı. Senden daha zor durumda olan insanların umarsızlığına tanık oldukça, kendi sıkıntılarını unutuyordun belki de. İzlediklerimiz; bilmediğimiz, çok ayrı bir dünyanın koşuşturmasıydı. Yüreğimizi burkan, "olması gereken bu değil" dedirten gerçeğin çıplaklığı aslında hem senin, hem de benim içinde debelenip çaresizce teslim olduğumuz kaosun görünen yüzüydü. Burada herkes haklıydı ve mağdurdu; doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar, hastalar, hasta yakınları... Ancak hepsinin haklılığı, hiç bir kuralı olmayan, insancıllıktan uzak, acımasız değerlerin egemen olduğu işleyişin dayatmasıyla haksızlığa dönüşüyor; herkes birilerini suçluyordu.

"Mekan aynı, dram aynı" başlığını taşıyordu Milliyet Gazetesinde çıkan haber.Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesinde, omurilik kanseri tedavisi gören, Şanlıurfa'lı Feyzullah Türk henüz 8 yaşındadır. Hasta çocuk tedavisi için hastane otoparkında kalmaktadır, durumu gazetelere yansıyınca otoparkta kalmaktan kurtulmuş. Ancak şimdi de "12 yaşında aplastik anemi hastası Mehmet Gülmez aynı yerde aynı kaderi paylaşıyor " deniyor gazetenin haberinde. (Yandaki resmin bu haberle ilgisi yok, seninde yüzündeki anlam yüzünden beğendiğin, kemoterapi gören bir kanser hastasının resmi).

Feyzullah Türk ya da Mehmet Gülmez iç burkan görünümleri gazetelere yansıdığı için, bireysel girişimlerle, "sosyal bir ayıp" olarak toplum belleğinde yer edinip "kamu vicdanını" rahatsız etmesinler diye bu olumsuz koşullarda tedavi olma işkencesinden kurtarılmışlar. Oysa seçim öncesi reform olarak sunulan düzenlemelerin bu tür görüntüleri arttıracağına dikkat çekilmiş, ama bu uyarıyı yapanların sesleri siyasetin tozu dumanı içinde boğulup kendini duyuramamıştı. Zaten toplum olarak duymak istediğimiz yalanları söylemeyenlerin doğrularını, acı deneyimler yaşadıktan sonra, hem de ağır bedeller ödeyerek, kabullenmeyi bir alışkanlık haline getirmemiz; işleyişindeki düzen onarımı olanaksız yaralar alan kurumsal yapı ve kişilerin yok olup gitmesini önleyemiyor.

22.Eylül.2007 Tarihli Cumhuriyet Gazetesinde Prof. Dr. Coşkun Özdemir bu garip reform anlayışını sorguluyor:

AKP popülist yaklaşımlarla sağlıkta dönüşüm ve reform adı altında halkın üniversite hastanelerine başvurmasını olanaklı kıldı. Bu bir reform sayılabilir mi? Önden gelen görevi bilim üretmek ve eğitim vermek olan tıp fakültelerinin hasta yükünü arttırmak ve fakülteyi sağlık ocakları yerine kullanmak doğru olabilir mi? Bu yük artışı neye mal oluyor, acaba iyi hesaplandı mı?


Oysa çöken "sosyal devlet" anlayışının felç ettiği toplumsal yaşayışımız, bireylerin birbiri üzerine basarak hizmet almaya çalıştığı, dengesi olmayan, parasal olanaklarınız ölçüsünde kaliteyi yakaladığınız, hizmet verenle hizmet alanların etikten yoksun bir döngü içinde zehir soluyarak boğulduğu karmaşanın içinde çırpınıyor. Bu sistemsizlik, siyasal erki elinde tutan zihniyetin bilinçli uygulamalarıyla, toplumun sağlık ve eğitim gibi eşit ve ücretsiz olarak alması gereken hizmetleri bir sosyal hak olmaktan çıkarıp sadakaya dönüştürdüğü gerçeğini kitlelerin yüzüne tokat gibi çarparken, ne yazık ki, hiç olmayan bir "istikrarı" koruma anlayışı yine bu kitleler tarafından oy ile ödüllendiriliyor.

345 kişiye bir caminin, 60000 kişiye ise bir hastanenin düştüğü ülkemizde insanların yaşam kalitesini, parasal güç ile rastlantıların belirlediği açıkça görülüyor


1 yorum:

... dedi ki...

böyle bir sevgi varmış:)

Blog Arşivi