31 Temmuz 2014 Perşembe

107. Mektup



Can Yoldaşım,

Toprak trenleri görmek istedi. Dört yaşının bütün masumluğuyla gözlerimizin içine bakarak, boynunu bükerek "gidelim, trenlere el sallayalım" dedi. İlkin annesi götürdü. Geldiğinde çok mutluydu. Hafta boyu zaman zaman o anları anımsayıp bir sürü şey anlattı sevinçle. Bayramdan önceki gün hep birlikte baş ucuna geldik. Toprak ve deniz hayranlıkla göğe baktı, ağaçları, tepeleri, tütün ve kavun tarlalarını süzdü. Biz babamla seni düşündük, yılların ardından yine birlikteydik, dualarımızda sizi unutmadığımızı fısıldadık, gözyaşlarımız toprağınıza düştü belli belirsiz. Gölgesinde yattığınız zeytin ağacının dibinde diz çöküp ellerimizi gezdirdik anılarınızın, sevgi dolu ruhunuzun, yiğit yüreklerinizin, acılı ömrünüzün, yarım kalan düşlerinizin, umutlarınızın üstünde.  Bütün yalnızlığımıza, kimsesizliğimize karşın sizden kalan miras gibi üzerimize yapışan bayram telaşlarını sırtlanıp döndük yeniden.

Bayram sabahı  erkenden kalkıp camiye giderken seninle yan yana yürüdüğümüz, ramazanın etkisiyle çekine çekine yaktığımız sigaraları avucumuzda saklayarak, çıkarması kolay olsun diye arkasını yasıltarak giydiğimiz ayakkabılarımızın ucuna bakarak solduğumuz sabahların kokusunu düşündüm. Kolu kanadı kırık el öpmelerin, nedensiz bekleyişlerin hüzün rengindeydi bayram tatili. Sonra üçüncü günün akşamı Toprak yeniden tutturdu, trenlere gidelim diye. Deniz'i de alıp istasyonun akşam alacasında beklemeye başladık son treni. Yaz ikindilerinde oturup çay içtiğimiz, gidecek yerimiz ve beklediğimiz olmadan avare avare trenleri saydığımız, inip binen yolcuların gıyabında öyküler uydurduğumuz gar kahvesinin önünde voltalar attık. Toprak ve Deniz'in coşkuyla el salladığı lokomotifin makinistine sarılmak istedim gözyaşları içinde, onların çocuksu mutluluğuna, saf düşlerine ortak olup sevgiyle el sallayarak karşılık verdiği için. Belki de sendin o, çok uzaklardaki, sadece resimlerinden bildikleri o iyi amca!


Toprak'ın dalgın bakışlarındaki hüzün senden uzak geçen yılların bir özeti gibi kazındı kaldı belleğime. Hep uzaklara bakan, özleyen, gidip dönmeyenleri özlemle çağıran dalgın gözlerini ömrüm boyunca unutmayacağım sanki. Dönüş yolunda uyuyup kaldı ikisi de. Küçük ellerinde sımsıkı tuttukları dondurma külahları gibi alçakgönüllü umutlarla bezediğimiz hayat, bizim ellerimizden ne zaman kayar, ne zaman trenlerde oradan oraya savrulan yaşam öyküleri gibi el sallanır arkamızdan? Ne zaman istasyon ışıklarının gölgeli aydınlığında beklediklerimize kavuşup sarılırız mutlulukla?

Yarın 1 Ağustos, seni yitirişimiz demek istemiyorum, seni hiç yitirmedik çünkü,  araya özlem dolu yılların, hüznün ve acının girdiği ayrılığın yıldönümü. Yıllar sonra oğlumun duygularında, ruhunda can buldu benim o hiç bir mesafeyi kabullenmeyen ruhumun anlamı.Nasıl baktıysa o akşam, nasıl beklediyse, nesıl özlediyse, nasıl hüzünlenip daha tanımını bile yapamadığı bir acıyla nasıl irkildiyse yıllardır öyle bakıyorum hayata.



Hiç yorum yok:

Blog Arşivi