Bardaktan boşanırcasına
Bir yağmurdur bizim için yaşamak
(Afşar Timuçin)
Bir yağmurdur bizim için yaşamak
(Afşar Timuçin)
Can Yoldaşım,
Yıllar
sonra ilk kez oluyor, nisan ayında yazamadım sana. Mart ayı mektubunda annemin
resmini koymuşum, elinde bastonu yorgun bir şekilde yansımış görüntüsü.
Yağmurlardan bağ budaması gecikmiş, mart sonuna kalmıştık. Resmini çektiğim ve
budamaya başladığımız o hafta sonunun ardından annem çok hastalandı. Önce
geçebilecek bir enfeksiyon olduğu düşüncesine kapılıp dinlenmesi için onu ikna
ettik. Yatıyordu, solunumu güçleşmişti, zaman zaman fenalık hissi ile gelen
ataklar geçiriyordu. Sonraki hafta sonu ben yalnız gittim bağa. Aklım ondaydı.
Can havliyle budadım bağları. Az bir şey kalmıştı bitmesine, ablam annemin
durumunun daha da ağırlaştığını haber verince, apar topar döndüm.
Akşam
ambulansla hastanenin acil servisine götürdük. Bilinci yerinde değildi, yürüyemiyordu.
Doktor yaşını sorup şöyle bir baktıktan sonra, “yaş seksendört, düşkünlük hali”
dedi. Oysa annemim 3-4 gün önceki halini bilmeden yargıda bulunuyordu. Biz
diretince, şekerli su içeren serum bağlayıp kan tahlili istedi. Bizi
dinlemiyor, anlatmaya çalıştığımız hastalık belirtilerini göz ardı ediyordu. 45
dakika sonra tahlil sonuçlarını alınca, doktor değişti, serumları çıkarttı.
Annemin kan şekeri 465 dolaylarında seyrediyordu ve ona şekerli su veriyordu
doktor. Hemen insülin verdiler. Yarım saat sonra annem kendine geldi, “ilk kez
gülüyorum” dedi gözlerimize bakarak. Gece bir kez daha ölçüldü kan şekeri, “bu
durum beni aşar, daha fazla insülin vermek sakıncalı olabilir, yarın dahiliye
servisinde tepeden tırnağa bir kontrol yaptırın” diyerek bizi yine derdimizle
baş başa bıraktı doktor. Kendindeydi eve geldiğimizde, ama sabah yine
fenalaştı, bir an kaybettiğimiz sandık, sonra topladı kendini ve yeniden
hastaneye gittik.
O
servisten bu servise sürüklediler annemi, kan tahlilleri, filmler akşama değin
sürdü. “Artık dayanamayacağım, eve gidelim oğlum” derken gözlerine baktım, her
şeyi kabullenmiş, sadece gitmek istiyordu. Başımı öne eğdim, çaresizdim.
Dahiliye uzmanı enfeksiyona bağlı bir şeker yükselmesi olduğunu söyledi.
“Yatıralım mı?” diye sordu. Bu soruya verebileceğim ağır, sert, öfke dolu,
acılı bir yanıtım vardı aslında, ama sadece “yatıralım” sözü çıktı ağzımdan.
Gece şekeri 595 seviyesine çıkınca yoğun bakıma alındı. Sabah yoğun bakımdan
çıkarıp odasına getirdiler. Konuşamıyordu, yürüyemiyordu, akşam gülen gözleri
donuklaşmış, boş boş bakıyordu. Beş gün kaldı hastanede, birkaç kez durumu
ciddileşti, tam iyiye gidiyor derken yeniden başa döndü, kötüleşti sağlığı.
Şeker ve enfeksiyon kontrol altına alınmıştı, doktor böyle diyordu ve biz buna
inanmak zorundaydık. Yaklaşık bir ay daha yattı annem evde. Ben de yanında
kaldım hep. Yavaş yavaş kendine geldi, yürümeye başladı, konuşması düzeldi,
sancıları azaldı ve yeniden yemek yapmaya başladı. Dün bağa geldi, henüz
bitiremediğimiz evin balkonundan bizi izledi, yüzüm gülmeye başladı benim de.
Hastaneye
yatarken “beni iyileştirin, torunlarımı seveceğim daha” demişti. Şimdi
saçlarını okşuyor Toprak’ın, Deniz’in minik ellerini öpüyor. Mart ayında
dayanıp güç almaya çalıştığı değneğiyle bağa bakışı çok dokunmuştu bana. Elimde
olmadan o bakışların resmini koymuştum. İçime mi doğmuştu bu acılı günler,
yoksa o mu sezmişti kendini bekleyen hastalığı? Sevgisinin önüne katıp gün gün
büyüttüğü gücü, direnci ve azmiyle yeniden döndü aramıza. Ana sevgisi, senden bir yadigardı bana kalan. Hiç eksilmeden büyüttü kendini, kök saldı, gelişti.
Artık onun iyileştiği haberini mutlulukla verebiliyorum sana. Hoş geldin güzel annem.
Artık onun iyileştiği haberini mutlulukla verebiliyorum sana. Hoş geldin güzel annem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder